Ali Emre ile 'Sözün Kutusundaki Bukağıları Kırma' Yolculuğu

Ali Emre ile

 16.12.2013

"Her geçen gün biraz daha kirlenen, örselenen, yozlaşan bu dünyada yine de en büyük sığınağımız ve umudumuz çocukluk. Bismillah boylu çocuklar köreltecektir insanlığa kıymaya yeltenen her türlü giyotini."

 

Sayın Ali Emre, siz çağına karşı eleştirilerini hem yaşantısıyla hem de şiirleriyle ortaya koyan şairlerimizden birisiniz. Söyleşimiz boyunca şiir, hayat, toplumsal ağrı ve inancın kelimeler üzerindeki hükmünü konuşacağız. Bunlara geçmeden önce sizi sizin seçtiğiniz birkaç cümle ile tanımak isteriz?

Estağfurullah. Teşekkür ederim. Öğrenmesi, tövbesi, didinmesi, üşümesi kırk yıldır geçmemiş biriyim. Gürbüz insan ağacına bakmaktan usanmayan, yüreği ağzında yaşamaktan kurtulamayan, göğsü sıkışıp dili tutuldukça bir inşirah çatısı arayan, bulamadığında onu kurmaya çalışan bir şairim. Kıyamet Mevsimleri'nde, Milyon Sesli Mızıka ile Onarılmış Yas Bitiği'ni söyleyen, Yeryüzüne Dağılan bir şair.

Taşra, insan ruhunun kırık pencerelerini bozkır renkli şefkati ile onaran, yaşmağı hüzün kokulu anne gibidir. Cömerttir ve şartsız sarar insanı bağrına! Siz taşradan büyük şehre adım atarken mutlaka ruhunuz, düşünceleriniz, yüreğiniz de hazır değildi derinliğini bilmediğiniz bu hayatın yeni rengine. İşte bu bağlamda sizin öykünüzü oluşturan şiirin, taşra ve büyük şehir karmaşasında sizde yarattığı artı eksi yanları sormak istiyorum?

"Taşra" kelimesi etrafındaki tartışmaları bir kenara bırakarak ilk elde şunları söylemek mümkün: Şiire, doğduğum yer olan Kastamonu'da öğrenciyken başlamıştım ama İstanbul'da Edebiyat fakültesinde okurken bile şiirle ilgili yeni, derinlikli, ufuk açıcı metinleri, örnekleri, isimleri okumaktan mahrum kalmıştım. Okulu bitirmek üzereyken kendi çabalarımla ve İstanbul'un imkânlarından yararlanarak ilerledim biraz. Her yönden sıkıntılı, zorlu yıllardı. 80'lerde İstanbul'da başlıklı şiirimde o yılları ve içinde bulunduğum durumu anlatmaya çalıştım biraz. Hem incindim hem de öğrendim elbette. Sonra tekrar taşraya döndüm. 10 yıl Sivas'ta, 10 yıl Ankara'da kaldım. Üç yıl önce tekrar okuduğum, evlendiğim şehir olan İstanbul'a döndüm. Fakat bu kez de Milli Eğitim'e geçmek istedim ve tayinim Van'a çıktı. Yaklaşık üç aydır Van'dayım. Bütün bu süreç içerisinde memleketime, Kastamonu'ya gidip gariban anamın saçında beyaz bulmaca oynamayı da hiç ihmal etmedim. Sanal âlemin diliyle konuşursak, işte bunlar hep şiir. Yaşadığımız, gözlemlediğimiz, katıldığımız, tanık olduğumuz her şeyin bizde bir yeri var elbette. Bunlar hem benim kişisel öykümde epeyce bir yer tutmuş hem de sözün kırbasını fazlasıyla doldurmuştur kuşkusuz.

Sizin şiirlerinize baktığımızda bireysellikten öte toplumla bütünleşen bir tavrınız var. Bu bireysel şiire karşı olduğunuz anlamına gelebilir mi?

Bütün şiirler son çözümlemede kişiseldir, bireyseldir, özneldir. Bir kişinin kendine, okuduklarına, topluma, tarihe, doğaya bakması, değmesi ve fakat onları kendi ilgisi, bilgisi ve sözlüğüyle aktarmasıdır. En toplumcu yapıtlar bile sonuçta böyle ortaya çıkar. Şiirin doğması, oluşması ve okunup tartışılmasıyla ilgili yönelimleri, çıkarımları yahut deneyimleri ortak bir paydaya hapsetmek hem zordur hem de yanlış bir tutumdur kuşku­suz. Şiirsel bakış açısını doğuran, bireysel arayış ve coşkunun yanı sıra toplumsal olaylar, durumlar, tanıklıklar karşısında gelişen duygusal / düşünsel tepkinin gücüdür. Derin ve açık olan her şiirsel bakış açısı; soğuk, kaba ya da sıradan ifadeden uzak, gü­zel şiir biçimlerini yakalamaktan aciz kalmayacaktır. Kimi zaman gündelik olaylar, yakın ve uzaktaki insanlık durumları ön plana çıkarak şairi etkileyebilir hatta kendini şaire dayatabilir. Kimi zaman da şair kendi benine, kabuğuna çekilerek özel, eşsiz bir bireysel terennüme, kişisel bir iç dökümüne yönelebilir. Bu farklı benlerin kaynaşması, bir tür kolektif benin ortaya çıkması da olasıdır. Çeşitli etkileşimlere, yönlendirmelere, perdelemelere açık olan bu durumun, şiir yazan kişiler kadar ve hatta onlardan daha fazla bir sıkletle okuyucuyu kuşattığı da söylenebilir.

Gündemi şiire taşıyabiliyorsunuz. "Yeryüzüne Dağılan" adlı kitabınızda "İnşaatta Çalışan 11 İşçi, Yatakhane Olarak Kullanılan Çadırlarda Diri Diri Yanarak ve Dumanla Boğularak Hayatını Kaybetti:" demiştiniz. Biz bu haberi bültenlerden sonra bir şiirde okumuştuk. Şair, toplumun bireyiyse neden her şairde bu algılayış yoktur?

İnsanların şiirle, edebiyatla ilgili algıları, yönelişleri farklı farklı sonuçtadır. Bugün binbir suratlı bir görünümü var şiirin, edebiyatın. Ben hem şiir anlayışım hem de inançlarım, duruşum, sorumluluklarım çerçevesinde yazarken yüzümü sokağa, hayata, insan manzaralarına çevirmeyi önemserim. Bütün şiirlerimde aynı dozda, yoğunlukta olmasa da insanî bir sıcaklık içermesini, güncel olanı boşlamamasını, yeri geldiğinde siyasi ve eleştirel bir boyut kazanmasını isterim şiirimin. Kimliğim, kişiliğim de beni buna zorlar zaten. Hayatın edebiyattan daha önemli olduğuna inanırım. Şiiri sadece söz oyunlarına indirgemeyi, nostaljik bir evrene gömmeyi, çiçek böcek edebiyatına dönüştürmeyi, bunalım edebiyatıyla bitiştirmeyi sevmem. Şiirimin bir karakteri, omurgası olmasına gayret ederim. Tanıklığı bir farz olarak kabul ederim. Yazdığım şiirlerin de sonuçta bir eylem, bir amel olduğuna ve hesaba çekileceğine inanırım. Dediğim gibi, şiire böyle bakmayanların dikkati de başka konularda, noktalarda yoğunlaşıyor sonuçta. Kişinin hayat bilgisi neyse edebiyatı da ona göre biçimleniyor. Güncel olana dikkat kesilirken, edebiyatın kendine özgü ölçülerini de göz ardı etmemek gerekiyor elbette. Pablo Neruda'nın sözünü de hatırlayalım yeri gelmişken: "Gerçekçi olmayan bir şiir ölüdür. Ve yalnızca gerçekçi olan bir şiir de ölüdür."

"Yeryüzüne Dağılan" adlı kitabınızda sesini yükselten, keskinliğini maneviyatıyla bileyleyerek vurdumduymazlığın kozasını parçalayan bir çığlık var! İronin yüksek dozda kullanıldığı, acının karşısında sorgu kalesi ile durmanın felsefesini güden dizelerinizde, modernle geleneğin alaca renkli bir kardeşliği oluşmuş. Bu sentez bir amacın kutsal birlikteliğini mi oluşturuyor? Yoksa geçmişe sadakatin samimi duruşu mu?

"Yeryüzüne Dağılan", söylediğiniz gibi sesi, itirazı, eleştirelliği, acı eşiği daha yüksek şiirler içeriyor. Yeryüzü de böyle çünkü. Biçim olarak da hem geleneksel formları kullanan hem de yeni yahut farklı sayılabilecek şiirler bir arada. Küpte ne varsa, sonuçta onu sızdırıyor dışarıya. Fakat bu dışarıya sızanları biçimlendirmek sizin elinizde. Gazel ya da koçaklama tarzıyla da olabilir bu, düzyazı-şiir hatta görsel çalışmalarla da. Ancak biçimsel yenilik adına, içeriği hiçbir zaman boşlamam ben. Söyleyecek bir sözüm yoksa şiir de yazmam zaten. Geleneksel olandan da yeni, güncel, avangart kabul edilenden de bu bilinçle yararlanmaya gayret ederim.

Bazı şairler suya sabuna dokunmayan duyguların kölesi, bazı şairlerse elini taşın altına sokan dizelerin efendisi olurlar. İnancın insanın yüreğine taktığı kanat işte tam da burada çıkar ortaya. Evrenin sancısına yüreğini yaslama cesaretini gösteren yanınız, şiirin insanlığın karanlık ovalarına ışık olacağına inanıyor mu? Ali Emre'nin içindeki şiirin tanımını alabilir miyiz?

Şiirimin, ileride yüzümü kara çıkarmaması yeterli benim için. Önemli olan, herkesin belleğinde kara zincirlerin oluştuğu, çıtanın her alanda düştüğü, değerler bağının meyve vermez bir hâle geldiği bir dönemde diri soluklar eşliğinde zihnin kötürümleşmesine fırsat vermemek, sözün kutusundaki bukağıları kırmaktır. Her alanda olduğu gibi, şiiri de Hulagu'nun azıdişlerinden kurtarabilmektir, duyarlı ve temiz dimağdan beklenen. Geleceğin şiiri; kirli ve ölgün vadilerde vehimler, yalanlar, oyunlar eşliğinde şaşkın şaşkın dolaşmaktan vazgeçmeli; devrimci bir sevgi ve sahicilik arayışıyla bu bilgiyi, direnci, umudu içselleştirmelidir. Yoksa o şiirden öç almanın vakti gelmiş demektir.

"Orda burda unuttuğumuz çocuklar nerde
Nerde, terkimizden düşen o ter ırmakları" A. Emre

Sahi! Nerede unuttuk özümüzü emziren o masumiyetten yapılmış kentlerin adresini? Sorgulamayan, başka yaraları görmeye görmeye gönül gözünü âmâ eden ve unutulmuş çocuk cennetine çevirdiğimiz yaşamı hangi adım arındırır?

Birçok şairde olduğu gibi benim şiirimde de çocuk ve çocukluk ağırlıklı bir yer tutar. Ben Sezai Karakoç'un "Çocukluğumuz" şiirinde resmettiği, hüzün ve özlem eşliğinde dile getirdiği atmosferi az çok soluyan az sayıdaki insandan biriyimdir sanırım. Hem fazlasıyla güzel hem de fazlasıyla zorlu bir çocukluk geçirdim. Bu durum, şiirde de peşimi bırakmamıştır. Birçok şiirim, çocukluğumun yeniden konuşturulması, temize çekilmesi gibidir. Her geçen gün biraz daha kirlenen, örselenen, yozlaşan bu dünyada yine de en büyük sığınağımız ve umudumuz çocukluk. Bismillah boylu çocuklar köreltecektir insanlığa kıymaya yeltenen her türlü giyotini.

Siz sınav süreci dediğimiz yaşamı şiir ile ören; ama şiirin her şey olmadığını düşünen şairlerimizdensiniz. Yakın zamanda bir kalp ameliyatı oldunuz (ki öncelikle geçmiş olsun) Sanatın vefası ve vefasızlığının özeti mutlaka uğramıştır yüreğinizin eşiğine. Yaşadığınız bu sağlık sorunu maneviyat ile işlediğiniz sanat yaşamınızda neler getirdi neler götürdü?

Teşekkür ediyorum öncelikle. Kalbim "yürekli" çıktı şimdilik. Bu durum hayatı, geleceğe bakışımı, sorumluluklarımı, özlemlerimi bir kez daha gözden geçirmeme, yeni bir bilinç ve bakışla soluklanmama vesile oldu şüphesiz. Aileme, çocuklarıma, dostlarıma bakışım yenilenmiş, biraz daha sıcaklık ve ivedilik kazanmış oldu. Aynı zamanda elimi çabuk tutmam gerektiğini, işimin acele olduğunu da kavradım. Umarım gökkubbeye saldığım avazı tamamlama, pekiştirme imkânım, şansım olur. Umarım, bende hakkı olanları razı etmeden gitmem.

Kıyamet Mevsimleri, Milyon Sesli Mızıka, Onarılmış Yas Bitiği ve Yeryüzüne Dağılan... Kitaplarınızın isimleri sanki yazacağınız son kitaba kadar tek bir öykünün temelini atar gibi. Kitap isimleriniz tesadüfün samimi doğuşu mu yoksa içinde bir matematik var mı?

Sizin sorunuzla, şimdi bakınca bir öyküye, içsel bir matematiğe doğru evrildiğini ben de fark etmiş oldum. Bu konuyu çok düşünmüş değildim doğrusu. Bakalım bundan sonraki kitabımın adı ne olacak.

Sayın Emre, Kitap Haber "Kitaplardan Bir Dünya Kurduk" sloganı ile kitabı boş zamanlarında değil en değerli zamanlarında okuyanların karşısına çıkıyor. Kitap Haber'deki her bir paylaşımın amacı; kitap ve bilginin kutsal birikimine katkı sağlamaktır. Kitap Haber takipçilerine ve yazarlarına neler söylemek istersiniz?

Her anlamıyla "oku"mayı merkeze koyan bir inancın, anlayışın çocuklarıyız biz. O yüzden bizi yine bu çok yönlü "oku"mak kurtarabilir. Bilgi, bilinç, eylem zincirinin de ilk eşiği, ilk basamağıdır bu. Kitapsızlık kadar büyük bir hastalık yoktur. O yüzden okumalıyız, zira mezarda okuyamayız!

Mücadelenin, direnişin, hesaplaşmanın şairi Sayın Ali Emre, şiirin billûr soluğu ile kurduğumuz soframıza eşliğiniz için teşekkür ediyorum...

Estağfurullah. Teveccüh ediyorsunuz. Ben teşekkür ederim.

 

Kaynak:

http://www.kitaphaber.com.tr/ali-emre-ile-sozun-kutusundaki-bukagilari-kirma-yolculugu-k1510.html