ANADOLU'NUN ERMİŞ KADINLARI

ANADOLU

Gülenay Pınarbaşı, üç yılda 49 şehri dolaştı. 69 ermiş kadının hikâyesini kitaplaştırdı… Şimdilerde 2. baskı için 10 ermiş kadının biyografisini hazırlıyor. İki çocuk annesi Gülenay Hanım, araştırmaları sırasında eşinden büyük destek görmüş, tüm illeri birlikte dolaşmışlar. Üç yıl içinde Gülenay Hanım’ın hayatı da oldukça değişmiş. Dil ve konuşma bozukluğu uzmanıyken, birden kendini gezi gruplarına kadın ermişleri anlatırken bulmuş. Gülenay Pınarbaşı’yla coğrafyaları, evleri, aileleri, dertleri, sevinçleri farklılık gösterse de yolculukları hep aynı olan ermiş kadınları konuştuk. 

8 Mart, 2013

Bu konuyu araştırmaya başladığınızda, bu kadar ermiş kadınla karşılaşacağınızı biliyor muydunuz?

Yola çıkarken, Anadolu sahasında bu kadar çok ermiş kadın olduğunu bilmiyordum. Çalışmamı yaparken ulaştım. Aslında bu kitap akademik bir çalışmadan doğdu. Tezimden önce, birçokları gibi ermiş kadınlarla ilgili durumu derinlemesine bilmiyordum. Bununla birlikte araştırmamızda yer veremediğimiz, yani akademik bir temele dayandıramadığımız için yer veremediğimiz, birçok kadın ermiş daha var. Bu bakımdan ermiş kadınlar üzerine daha birçok araştırma yapılabilir.

Bu kadınlar arkasında nasıl izler bırakmışlar?

İzler suya bırakılmış desek yeridir. Ya kendilerini bildirmek istemedikleri için, ya da sosyolojik diyebileceğimiz nedenlerle, kadına daha az değer verilmesi gibi, şöhretleri yörelerini aşamamış. Bir türbe etrafında anlatılan öyküleri, kerametleri dilden dile, gönülden gönle aktarılmış... Bir de en önemlisi bir kadın tipi oluşturmuşlar. Adları bilinmiyor ama olayları her evde, her yerde yaşanmış.

Peki, ermiş kadınlar daha çok nasıl bir hayat yaşamışlar?

Mutlaka genelinde bir acı öğesi var. Yani bu kadınlar ‘dertli’! Dertlerine sabretmekle ermişlik makamına ulaşıyorlar. Acıları, kederleri dönemlerine, konumlarına, ilgi ve ihtiyaçlarına göre değişebiliyor. Sadece kendi bireysel ihtiyaçları da değil bunlar, hayatlarında toplumun ihtiyacına yönelik mesajlar var. Çocukları olmamış, kayınvalidelerinden eziyet görmüşler, eşleri ölmüş, babaları ölmüş onların işlerin devralmışlar gibi. Bir de bu kadınlar acziyet içinde değil, güçlü kadınlar.

 

Kitapta savaşçı ermiş kadınlardan bahsediyorsunuz.

Evet, bireysel ihtiyaçlar dışında derken bunu kastediyordum. Anadolu’yu, yeni Müslüman olmuş göçebe toplum vatan edinmeye çalışıyor. Bir yanda Moğol istilası, diğer yanda yerli Hıristiyan halkın tutumları, tıpkı Yunus Emre gibi. Yunus Emre’nin piri Taptuk Emre’nin kızı da mücadele veriyor. Duruşuyla, evliliğiyle ve hayatının efsaneleşmesiyle topluma sabır ve itidal mesajı veriyor.

Bacım Sultan kim? Kitapta bir hayli söz etmişsiniz?

Bacım Sultan, Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin kızı. Bugün Eskişehir Ankara sınırında, Nallıhan ilçesi sınırlarında kalan Tekke köyüne gelin gitmiş. Hubyar Sultan isimli saygı duyulan biriyle evlenmiş. Yaklaşık yedi asırdır Tekke ve Türbesi, sinir hastalığına yakalanan kadınlara ümit kapısı olmuş. Bir anlamda tedavi merkezi olmuş. Asabı bozuk hatta delilik seviyesinde kadınlar. Hatta devrin Hıristiyanları dahi buraya getirilmiş, Bacım Sultan’ın bir kerameti etrafında anlatılan bir sudan içirilerek, diyetler uygulanarak derviş kadınlar tarafından tedavi edilmesi. Bugün de iyi bir şifa turizmi olabilecek potansiyele sahip özellikle Ankaralı kadınlar, Nallıhan’ı gezip Bacım Sultan Külliyesi’ni ziyaret edebilirler.

Televizyon programlarınızda Türbelerin psikolojik yönlerini anlattığınızı da gördük, biraz açar mısınız?

Türbelerin, hem psikolojik, hem kültürel, hem de kutsal yönü var. Türbelere kutsallık atfetmekten ziyade, kitapta özellikle kültür aktarımı rolüne dikkat çekmeye gayret gösterdim. Türbelerin etrafında uygulanan halk inançları içinde şiirinden ninnisine, geleneğinden ritüeline geniş bir kültür birikimi var. Hatta kökü mitolojiye dayanan bir kültür. Bu kültürün yaşatılması, hem folklorik anlamda bir değer, hem de turizm değeri olabilir. Bakın bugün Portekiz’in Fatima kasabasına, yılda 6 milyondan fazla turist gelmektedir. Nedeni ise efsanevi bir anlatımı olmasıdır. 1917’de Portekiz’in Fatima kasabasında, üç köylü çocuk Meryem Ana’ yı gördüklerini iddia eder. Bu iddialara istinaden Meryem Ana; altı ay boyunca, her ayın on üçünde kendilerine görünmüş ve bazı bilgiler vermiştir. Bugün Fatima kasabası, umutsuz hastaların şifa aradığı bir ziyaret alanı haline gelmiş. Bu durum, kasaba hatta Portekiz için müthiş bir gelir kaynağı oluşmuştur. Ülkenin kültürü dünyaya yayılmıştır.

 

Yani siz kadın ermişleri ya da türbelerini inançtan ziyade kültür olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Kadın ermişler, inanç unsurudur. Kur’ân birçok yerde, mü’min erkeklerle birlikte, onlarla aynı sorumluluğu paylaşan ‘mümine’ kadınlardan bahseder. Şahsiyet olarak bahsettiği kadınların birçoğu dindarlıkları ve doğrulukları ile örnek gösterilir. Kur’ân’da ismi açıkça zikredilen kadın, Hz. İsa’nın annesi Meryem’dir. Kutsal kabul edilen kadınlardan Hz. Meryem’in mûcizeleri, ayetlerde anlatılmıştır. Hz. Meryem dışında belirtilen kadınlar müfessirlerin açıklamalarıyla anlaşılır. Bu kadınlar, Hz. Havva, Hz. İbrahim’in ikinci eşi Hz. Hacer, Firavun’un mümine karısı Asiye, Saba Melikesi Belkıs ve Züleyha’dır. Sonra bütün İslam dünyası Basralı Râbia’ya sayısız mucizeler atfeder. Örneğin, parmak uçları geceleri kandil gibi ışık vermekteydi; hacca gittiğinde Kâbe ona doğru yürümüştü. Seccadesi üzerinde havada yüzmüştür. Evliyaları toplumun diğer bireylerinden ayıran; yaşarken ki bilgi, hayırseverlik, dindarlık, iyilikleridir. Bizim çalışmamızda yer alan kadınlarda böyle kadınlardı. Türbelerdeki uygulamalara gelince; onların kültür-folklor çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Biraz da psikolojik fayda gözüyle bakılması taraftarıyım.

Kitabın arkasında bir harita var? Siz bu haritadaki yerlere gittiniz mi? Oldukça ilginç gözüküyor...

Kadın ermişlerin izini sürmeye çalışırken önce kitapları tezleri taradım. Ardından bu ermişlerin mezarlarını bulmaya gayret ettim. Bu yolda ermiş 49 şehri dolaşmak nasip oldu. Bu yolculuklar üç sene sürdü. Çalışmanın sonunda bunları haritaya aktarırsak, bize bir şeyler söyleyeceklerini düşündük.

Söyledi mi peki?

Evet, kadın ermişlerin coğrafyamızdaki dağılımı çok ilginç. Örneğin Anadolu’nun birçok yerinde Kırk Kızlar türbelerine rastlanıyor. Kültür olarak birbirine uzak yörelerde bile aynı isimle türbeler var. Bir de en önemlisi, ermiş kadınlar İpek Yolu güzergâhında daha çok yeşermişler. Örneğin Amasya; bağrında en çok kadın ermişi taşıyan memlekettir. Bana göre harita bir de şunu söylüyordu; kafalarında kadınlara karşı daha az önyargı olan memleketlerde, bu menkıbeler daha çok hayat bulmuş.

Sizin kitaptan sonra, bir de gezi grubunuz oluşmuş ve medyada haberleriniz yer almış.

Bizim bir hobi-gezi grubumuz oluştu. Yüksek lisans tezim dolayısıyla gezdiğimi duyan bir hocam, onları da ermiş kadınlara götürmemi istedi. Ardından emekli kimya öğretmeni, fotoğrafçı, yazar, ünlü bir profesörün eşi, öğretim görevlisi, yayıncı, ev hanımı, avukat, turizm raportörü geniş katılımlı bir gezi kulübümüz oluştu. Tüm bu hanımları ortak bir karede buluşturan, ‘Haydi Gezelim’ gezi ekibi. Amacımız karış karış gezmek, görmek, düşünmek, hissetmek ve edindikleri bilgiler ışığında geçmişleriyle bütünleşebilmek...

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ermiş kadınlar oryantalistlerin iddia ettiği gibi, Anadolu’da eve kapalı bir hayat yaşamıyor. Bazılarının mesleği var. Özellikle eşleri, babaları öldükten sonra inşaat ustalığı, avcılık, ordu komutası gibi bugün bile marjinal kabul edilebilecek işler yapıyorlar. Güçlerini iman kuvvetinden, dua ve tevekkülden alıyorlar. Çok sabırlılar. Bir ortak olağanüstü yönleri de şifacılık özellikleri.

 Türkiye’nin güçlü kalemlerinden Sibel Eraslan kitap için şunları yazmış: "Gülenay Pınarbaşı’nın araştırmacı kimliğinin yanı sıra, yöresel tanıklıkların izini sürmesi, zaten sözden yazıya geçirilişte türlü siyasi sansürler yaşamış kadınlara dair ‘irfani’ performansın, bunca zaman yabana atılıp, hor görülmesinden sonra, elbette çok daha anlamlıdır... Kitabın, yeniden ve edebi gündemle ortaya çıkması, onu akademik çalışmaların loş salonlarına nazaran, daha şanslı kılıyor. Masa başında kotarılmış bir kitapla değil; izi takip edilerek, uyukladığı yuvasından kaldırılmış öykülerle buluşturuyor yazar bizi... Kahramanlarıysa kadınlar...”

http://www.ayshadergi.com/index.php?do=icerik&id=122