Aycı İçin Doğa ve Şehir Bir Bahaneden İbaret

Aycı İçin Doğa ve Şehir Bir Bahaneden İbaret

16 Eylül 2013

Mehmet Aycı’nın 2013’te yayımladığı Zeliha’nın Ön Dişi’yle (Okur Kitaplığı), özellikle 2011’de yayımladığı Muhtasar Türkiye Tarihi (Avangard y.) karşılaştırıldığı zaman oldukça ilginç sonuçlarla karşılaşılır. İlk önce Mehmet Aycı’nın kalemini belli bir şiir anlayışına sabitlemediğini, farklı şiir tarzlarını denemekten çekinmediğini görürüz. Kendisi çok yazan bir şair, ayrıca işlek ve kıvrak bir kaleme sahip. Fakat hiçbir zaman belli bir tarzda şiir yazmakla yetinmemiş, diğer deyişle kendini yinelememiş; her zaman kalemini, bakış açısını ve tekniğini yenilemeyi bilmiştir. Bu yüzden onun bütün şiir kitapları farklı bir proje ve deneyin ürünüdür diyebiliriz.

Bağırmak veya mırıldanmak

Zeliha’nın Ön Dişi’nde Mehmet Aycı tek başınadır. Muhtasar Türkiye Tarihi’nde ise kalabalıklar içindedir. Tek başına olmak Zeliha’nın Ön Dişi’nde mırıldanmayı beraberinde getirir. Kalabalıklar içinde olmak ise Muhtasar Türkiye Tarihi’nde konuşmayı, yer yer bağırmayı, yer yer dinlemeyi ve sessizce ağlamayı. Fakat çoğunlukla tartışmayı, bazı şeylere karşı durmayı, bazı şeyleri ise sahiplenip kollamayı gerektirir. Bu yüzden Muhtasar Türkiye Tarihi çok sesliliğin hakim olduğu, tarihle gündemin iç içe geçtiği, renkli bir kitaptır. Bir nevi şair, beyninde cirit atan bütün kelimeleri, birbiriyle olan bağlantılarını kurarak kağıda dökmüştür.

Zeliha’nın Ön Dişi’nde ise yalnız, kendinden başka kimseyle konuşmayan, sürekli dinleyen ve gözlemleyen bir şair vardır. Tek başına olunduğunda bağırmaya gerek kalmaz, kişinin üzerinde derin ve daimi bir düşünce hali hakim olur, şair daha çok kendi içini dinler, içinden konuşur. İşte o anda hiç kimsenin fark edemeyeceği, yalnızca şairin görebileceği ayrıntılar ön plana çıkar. Şair o ayrıntılarla uğraşır, o ayrıntılardan şiirini kurar. Sesi kısıktır. Tartışma, kavga ve gürültüye bu noktada yer yoktur. Hatta şair eleştiri yapacaksa bile nükteli, dolaylı ve gayet incelikli yapmak zorundadır.

Muhtasar Türkiye Tarihi’nde ise bağıra çağıra konuşan şair, kalbinin ve beyninin sancısını bir an önce dindirebilmek için nükteye, edebi sanatlara, incelikli, dolaylı söyleyişlere ihtiyaç duymaz. Her şeyi doğrudan söyler. Kelimeleri mevcut anlamlarıyla kullanır. Çünkü kelime oyunuyla kaybedecek vakti yoktur. Belli bir fikir, siyaset, his, karşı duruş veya anlamı en kısa yoldan aktarmalıdır.

Şiirde buluşulan nokta

Bu yüzden Zeliha’nın Ön Dişi daha sanatsaldır diyebiliriz. Muhtasar Türkiye Tarihi ise daha sert. Zeliha’nın Ön Dişi bütün gücünü ve güzelliğini incelikte, ayrıntıda ve güzel, nükteli söyleyişte; Muhtasar Türkiye Tarihi ise düşüncede, hakikat uğraşında, yanlış ve kötüyü sorgulamasında, doğru ve iyiyi araştırmasında yakalar. İkisinde de Mehmet Aycı’nın şairliğini görürüz. Çünkü aynı kalemden çıkmışlardır. Ve temelde birleştikleri nokta aynıdır.

Bütün farklılıklarına rağmen Zeliha’nın Ön Dişi’yle Muhtasar Türkiye Tarihi temelde aynı şeyi söyler ve aynı noktadan hareket eder. Çünkü Aycı’nın bunlardan önce çıkardığı şiir kitaplarına baktığımız zaman da doğadan gelen bir insanla karşılaşırız. Zeliha’nın Ön Dişi’nde doğa ön plana çıkar, görünür kılınır. Teknik olarak da Aycı’nın Zeliha’nın Ön Dişi’nde denediği, kısa mükemmel şiir yazmak değil, görüntüleri yakalamaktır. Diğer bir ifadeyle Zeliha’nın Ön Dişi’nde şair, flaş patlatır. Üç dizelik şiirlerde okuyucunun gözünde bir görüntü oluşur. Bu görüntü sabit değildir. Bu yüzden Aycı resim çizmez, şiir yazar. Hareketli bir görüntüden söz ediyoruz, bitmemiş bir hareketten. Hareket bitmemiştir, devam ediyordur, onu üç dizede şair yakalamıştır.

Bu hareket ve görüntünün anlamı kendi içindedir. Başka ifadeyle çağrışıma ve yoruma açıktır. Her okuyucunun kendine göre yorumlayıp anlamlandırılacağı bir şekildedir. Muhtasar Türkiye Tarihi’nde ise en fazla siyasi imalar bulunabilir. Onda söylenecek söz, başı ve sonuyla ölçülüp tartılıp belirlenmiş ve sabitlenmiştir. Okuyucuya yorum namına çok bir şey bırakılmamıştır. Muhtasar Türkiye Tarihi zaten düşüncelerle birlikte, düşüncelerin yorum ve çağrışımlarını da söyleyen, okuyucuya bırakmayan bir kitaptır.

Şehrin tabiatla imtihanı

Fakat iki kitapta da şair şehrin içinde gezinmektedir. Şairin şehrin içinde gezinmesi, gözlemler yapması; şehirde olan biteni doğaya vurması, doğayla değerlendirmesi, karşılaştırması ve yorumlaması Zeliha’nın Ön Dişi’yle Muhtasar Türkiye Tarihi’nin çekirdeğini oluşturur.

Aycı şiirindeki bu çekirdeğe dikkat ettiğimiz zaman onun doğaya yaslanıp şehri aşağılamadığını fark ederiz. Bu, Aycı şiirinin hem kendi kuşağı içinde hem de kendinden önceki ‘60 Kuşağı ve İkinci Yeni’ye kıyasla sivrildiği, farkını ortaya koyduğu yönüdür. O, şehri lanetlemez fakat olduğu şekliyle kabul etmeye de yanaşmaz. Şehrin nasıl daha iyi olacağını düşünür, tartışır. Bulduğu sonuçları ortaya koyar. Ortaya koyarken, doğadan aldığı imge ve sembolleri kullanır. Çünkü onun asıl dili doğadan gelmektedir. Doğanın diliyle şehri tanzim etmeye çalışır. Şehirle savaşmaz. Şehrin ürettiği insan tipleriyle hesaplaşır; onların eksilerini ve artılarını, en çok da iki yüzlülüklerini yakalar. Bunlar şairin canını acıtan noktalardır.

Canın acıdığı yerden düşünceler ortaya çıkar. Düşünceler insanlarla konuşulduğunda epik; tek başına düşünüldüğünde ise lirik yönüyle ağırlık kazanır. Düşünmek insanı, tek başınayken temel acıya, yani varoluşun aşkla olan bağlantısına; insanlarla birlikteyken tarihe ve adalet duygusuna taşır.

Denizi arayan ırmak

Doğadan bir insan, şehrin içinde. Bu, Zeliha’nın Ön Dişi’yle Muhtasar Türkiye Tarihi’nin buluştuğu ve sabitlendiği yerdir. Fakat bu insan, şehrin içinde doğayı veya doğanın içinde şehri aramıyor. Sürekli bir arayışı barındırmak, her iki kitabın da ortak noktasını oluşturur. Bu arayışa denizini arayan ırmak diyebiliriz. Aslında bir yerde Aycı şiiri için doğa ve şehir bir bahaneden ibaret. Aradığı şey bunların dışında, fakat bunlarla bağlantılıdır. Aynen bir ırmağın, denizini bulup dökülünceye kadar geçtiği dağlardan, ağaç diplerinden, ovalardan bağımsız olamayacağı gibi. Aycı şiirini diri tutan, onun her kitabında farklı bir proje, tarz ve deneyimle okuyucunun karşısına çıkmasını sağlayan, bu doğayla ve şehirle bağlantılı ama onlardan bağımsız bir hedefe doğru olan arayıştır.

Direkt kana karışan şiirler

Aslında yukarıdan beri söylediklerimiz Zeliha’nın Ön Dişi’yle Muhtasar Türkiye Tarihi’nin okuyucudaki karşılıkları. Ama bir durum vardır ki bu, kitapların özellikle okuyucusuna yaşatmak istediği bir deneyimdir. Yine bir yazım tekniğinden söz ediyoruz. Diğer ifadeyle şairin okuyucusunu yönlendirmesinden. Zeliha’nın Ön Dişi’ndeki üç mısralık şiirler, okuyucunun azami ölçüde dikkatli olmasını gerektirir. Bu kitaptaki şiirler kesinlikle hızlı okumaya gelmez. Hızlı bir şekilde okunduğunda hiçbir şey anlaşılamayacağı gibi, okumadan bir tat da alınmaz. O yüzden her şiirde okuyucunun durup düşünmesi, hatta birkaç defa mısraları tekrar etmesi gerekir. Ancak o şekilde üç mısraa sıkıştırılan anlam ve görüntü kendini belli edecektir.

Muhtasar Türkiye Tarihi ise okuyucusunu bu yönden çok sıkıştırmaz ve zorlamaz. Muhtasar Türkiye Tarihi’ni otobüste, plajda, bahçede, balkonda, mutfak masasında veya kalabalıklar içinde okuyabilirsiniz. Anlam ön plandadır ve en kısa yoldan verilmiştir. Okumak yeterlidir. Okunduğu takdirde zaten direkt kana karışır ve okuyucuyla birlikte dolaşmaya başlar. Zeliha’nın Ön Dişi’ni gürültülü bir ortamda veya kalabalıklar içinde okumak eziyet vericidir. Şair Zeliha’nın Ön Dişi’nde tek başına kaldığı gibi, okuyucunun da onu okurken tek başına olmasını şart koşar.

Bütün bu yönlerin billurlaşmış, net bir şekilde görünür kılınmış hali Mehmet Aycı’nın bir yıl arayla yayımladığı son iki şiir kitabı Zeliha’nın Ön Dişi ve Muhtasar Türkiye Tarihi’nde bulunabilir. Her iki kitap da şairi için olduğu kadar okuyucusu için de farklı bir deneyimdir.

 

Ömer Yalçınova 

 www.dunyabizim.com/mehmetayci/14495/ayci-icin-doga-ve-sehir-bir-bahaneden-ibaret.html