Bir Eve Dönüş Önerisi Olarak "Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi"

Bir Eve Dönüş Önerisi Olarak "Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi"

Selman Bayer, Atay’a bir karşılık verircesine romanını, modernliğin baltalamaya çalıştığı bir ümitle sonlandırmış ve roman boyunca ele alınan bireysel kaygı ve hesaplaşmalar “eve dönme” metaforuyla çözüme götürülmüştür.  Ümidini kaybeden bireyin sarılacağı sanatsal imkânlarla da dalga geçen Bayer, kurtuluşun sanat ve edebiyat sahasına sığınmakla değil “eve, şarkıya ve kalbe dönmekle mümkün olabileceğini bir çözüm olarak ortaya koymuştur.

 

Yavuz ALTINIŞIK

 

Selman Bayer, yılın ilk ayında Okur Kitaplığı’nca yayınlanan romanı, Türk romanında daha önce denenmiş anlatım tekniklerini kişisel üslupta harmanlayarak okuyucuya sunuyor. Bu yanıyla roman alışık olduğumuz postmodern anlatımın imkânlarıyla donanmış bir çerçeveye sahip. Diğer yandan roman kahramanı Sühan'ın belirtilen birtakım özelliklerinden yola çıkarak bu karakterin aslında yazarın kendisi olduğu sonucuna varmamız pekâlâ mümkündür. Dolayısıyla Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi yazarın kendini açığa çıkaran kişisel tarihi gibidir.  Sühan adlı karakterin devlet, gelenek ve sosyal çevre tasallutu altında ezilen kişiliği, yaptığı içsel yolculuğun sonucunda bir arınmaya götürülüyor. Tipik bir kahraman olarak Sühan; bunalımları, tutunamayışı, her şeye karşı olan ironik mizacı ve içedönük tabiatındaki başkaldırıcılığı bakımından modern Türk romanında kolayca rastlayabileceğimiz karakteristik yapıya sahip.  Öyle ki, Sühan karakteri, Tutunamayanlar'daki Selim Işık ve Anayurt Oteli'ndeki Zebercet karakterleriyle paralel giden bir yalnızlık, tutunamamışlık hissi uyandırıyor okuyucuda.   Fakat bahse konu özelliklerinden arınmak için çaba sarf eden bir karakter olarak Sühan'ın yapmış olduğu yolculuk (klasik deyimle seyr-i süluk)  modern roman kuramcıların pek alışık olmadığı daha doğrusu kolayca kabullenebilecekleri bir tarza benzemiyor. Her ne kadar yazar, esrarını Oğuz Atay’dan aldığını kompleksiz bir şekilde dile getirmiş olsa da Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi, kurmaca yapısındaki çekicilik ve ele aldığı konunun vardırıldığı sonuç bakımından kendini Oğuz Atay ve benzerlerinden ayıran bir farklılığı içeriyor. Selman Bayer, biçimsel tasarım noktasında klasik edebiyatın metotlarından yararlanmış olsa da kullandığı dilin kıvrak ve heyecanlı örtüsü Bayer'i bu noktada konvansiyonel romancıların uzağında bir kategoriye sokuyor. Modern bir dilin süzgecinde klasik anlayışın izi sürülerek türler arası farklılığın bütünlüğü ortaya konuluyor.  Öyle ki, romandaki modern kurmaca yapı bize Şeyh Galib'in Hüsnü Aşk’ını çağrıştırdığı gibi Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ını da ilk elden akla getiriyor. Sadece, Hayal'le Rüya arasındaki benzerliğe ve dönülecek yerin başlanılan yer olması gerektiğine bakmak bile bu sonuca ulaşmamız için yeterli olsa gerek. Bütünlüklü bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, roman iskeletinin tam anlamıyla metinler arası bir ilişkiyle kurulduğu söylenebilir. Şeyh Galib'den Mevlana'ya, Oğuz Atay'dan Orhan Pamuk'a, Yusuf Atılgan'dan Dostoyevski ve Albert Camus'dan Kafka'ya kadar birçok edebi üsluba göndermelerde bulunan roman, dilin bütün imkânlarını rahat bir ifadeyle kullanma becerisini ortaya seriyor. Metinler arası ilişkinin bu denli yoğun bir şekilde işlenişi romanı benzerlerine yaklaştırmış olsa da, Bayer’in, ele aldığı meseleyi ironik üslubun parodik yaklaşımıyla kotarması bu yakınlığın arasını fazlasıyla açıyor.  Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi'nin özellikle bu yanıyla dikkat çektiğini, açık ya da örtük göndermeleriyle kurduğu metinler arası ilişkiyi ustalıklı bir şekilde kullanarak klasik anlatım imkânlarını modern dilin potasında eritebildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. 

 

Modern dilin, tırnak içinde bir derdi olduğu iddia edilebilse de edindiği derde derman aramak gibi bir niyeti olmadığı kesindir. Postmodern dilde ise ne derde ne derdin dermanına ihtiyaç duyulur. Postmodern anlatımın ne derdi ne de dermanı kendisine yük edinmemesi sonucunda ortaya konulan eser, sadece kişinin kendi amaçsızlığını sergilemeye yardımcı olur. Dolayısıyla anlatım olanaklarını bu iki imkânın zenginliğinde besleyen modern romancının kısmi olarak bir derdi olduğunu söylesek de derde derman aramak noktasında ciddi bir çıkışsızlığı saplandığı ortadadır. Zira modern roman, ele aldığı meselenin sağlıklı bir sonuca vardırılması noktasında çok fazla duyarlı değildir. Selman Bayer, kuşkusuz modern bir romancı. Ancak ortaya koyduğu eser, etkisi altında kaldığı Oğuz Atay’ın modern çıkışsızlığının ötesine geçmiş bir imkâna kapı aralıyor.  Oğuz Atay’ın kahramanlarına bulaşan modernlik kaygısı,  devlet ve toplumun tasallutunda yitip giden, karamsar bir yalnızlığa kapılan ve çözümünü intihardan başka bir yerde bulamayan ümidi ve çıkışı elinden alınmış bireyin kaygısından ibarettir. Kuşkusuz Oğuz Atay, Türk roman tarihinde ilk defa toplumun sıradan ilişkileri arasında kaybolan ve hiçbir değere tutunamayan bireyin kaygılarını dile getirmesi bakımından kıymete değer bir yere sahiptir. Fakat Atay’ın romanlarındaki bireysel çığlık, mizahın ya da sanatın bir alt metni olarak görülmüş ve kahramanlar bu çığlığın çözümü noktasında dönüşü olmayan bir imkânsızlığa sokulmuştur. Çözümsüzlük ya intiharla giderilmiş ya da sanatın bireyselliğinde aranmıştır. Berna Moran’ın da dediği gibi “Tanrıyla olan ilişkisinde kopukluk yaşayan modern kuramcıların bunalımlarını gidermek için sığındıkları tek uğrak sanat ve edebiyat alanıdır” sözü Atay’ın yarattığı roman kahramanlarınca tescillenmiş gibidir. Selman Bayer, Atay’a bir karşılık verircesine romanını, modernliğin baltalamaya çalıştığı bir ümitle sonlandırmış ve roman boyunca ele alınan bireysel kaygı ve hesaplaşmalar “eve dönme” metaforuyla çözüme götürülmüştür.  Ümidini kaybeden bireyin sarılacağı sanatsal imkânlarla da dalga geçen Bayer, kurtuluşun sanat ve edebiyat sahasına sığınmakla değil “eve, şarkıya ve kalbe dönmekle mümkün olabileceğini bir çözüm olarak ortaya koymuştur.

 

Bu anlamda romanın üç ana başlık altında ilerlediğini söyleyebiliriz. Birinci bölümde, bakanlığın küçük bir memuru olan Sühan Tecimer, devletin mutlak tasallutundan kurtulmanın yollarını arayan ve devlet yapılanmasındaki hiyerarşiyi ironik bir dille eleştiriye tabi tutan sıkı bir mizahçı rolündedir. Yalnız olduğu kadar başkalarıyla olan iletişiminde de problemler vardır. Bürokratik ilişkilerdeki yapaylık, memurluğun insan bedenine bıraktığı mecburi davranış kalıpları, tekdüze ve sıkıcı geçen toplantılar, tutanaklar, raporlar, ast üst ilişkisinde görülen zorunlu tuhaflıklar hepsi bu sıkı mizahçının “soylu yumruğu” altında kalma potansiyeli taşımaktadır. Her gün yaşanmakta olan zorunlu sıradanlığın sıkıcılığını alaycı bir üslupla eleştiriye konu edinen Sühan, özelde bürokrasinin tekdüze hantallığını irdelerken genelde ise devletin boyunduruğu altında olmanın bireyde bıraktığı sancıyı ifşa eder. Sühan, resmi toplantıların soğukluğunda, hazırlanan raporların sıkıcılığında, tutulan tutanakların tekdüzeliğinde kendi içine sığınmaktan başka çaresi kalmamış bireyin tutunamamışlığını dile getirir. Sühan'ın, bu sıkıcılık dönemi içinde Hayal adlı kızla tanışması düştüğü bunalıma anlık cevaplar veren antideprasanlara kavuşması gibi yapay ve geçicidir. Sühan ve Hayal ilişkisine kelimenin sözlük anlamıyla bakıldığında sözün hayalle ilişkisine yönelen bir metafora kapı aralanmakta ve bu anlamda Hayal adlı roman kahramanının sadece bir kelimeden ibaret olduğu vehmi bile, Hayal'in gerçekliği konusunda okuyucuyu şüpheye düşürmeye yetmektedir. Zira Sühan Tecimer adlı “söz tüccar”ının kendi Hayal'inde bir kahraman yaratarak sözü hayale ulaştırması alegorik muzipliğin dahilindedir.

İkinci bölüm Sühan'ın çocukluk ve ilk gençlik dönemlerine yaptığı vurgularla ilerleyen bir geri dönüş hikâyesini dile getirir. Birinci bölümde devletle hesaplaşmasını tamamlayan Sühan, ikinci bölümde ise geri dönüşün getirdiği soğukkanlılıkla gelenekle hesaplaşmanın yoluna gitmiştir. Bu bölüm geleneksel Türk aile yapısındaki aksayan tarafların, baba oğul ilişkisindeki gerginliklerin, yozlaşan mahalle kültürünün, muhafazakâr yöneticilerdeki aymazlığın, cami cemaatindeki duyarsızlığın, kuşaklar arası çatışmanın ele alınması bakımında içinde bulunulan çevrenin sosyal, kültürel ve siyasi tutarsızlıklarına ciddi bir özeleştiri içermektedir. Devletle olan hesaplaşmasını tamamlayan Sühan, şimdi gelmiş olduğu yerde babanın devam ettirdiği ve sosyal çevrenin de bir bakıma desteklediği yeni iktidar alanlarıyla karşılaşacak ve hesaplaşmasını bu karşılaşmanın bütün alanlarında sürdürmeye çalışacaktır. Artık Hayal'den uzaklaşılmış olmanın serbestliğiyle gerçek olana yüz çevrilmiştir. Burada çocukluk hatıraları üzerinden muhafazakâr ailenin geleneksel bakış açısına getirilen eleştiriler, birçok kişinin yüz yüze gelmekten pek hoşlanmayacağı alanları işaret eder. Biraz Cumhuriyet ideolojisiyle biraz da modernlik algısıyla şekillenen, devlet ve millete sadakat ölçülerinde temelleri sağlamlaştırılan aile kurumu bu tekdüzeliğin içinde asli kaynaklarından yüz çevirerek çürümeye yüz tutmuş bir yapıya sahiptir. Muhafazakârlık, kariyer düşkünlüğü, bilimsel sadakatin batıl itikatları, sürü psikolojisinin getirdiği absürtlükler bu bölümün eleştiriye açık olan birkaç başlığından ibarettir.

 

Üçüncü bölüm ise Sühan'ın kendisiyle yaptığı savaşın anlatıldığı bölüm olarak işaretlenebilir. Devlet ve gelenek noktasında yaptığı muhasebenin sonuna vardığında geriye sadece kendiyle olan hesaplaşması kalır. Söz tüccarlığı yapan biri olarak Sühan, romanın son bölümünde edebiyat ve sanat çevrelerinde bulmaya çalıştığı kimlik arayışının da yetersizliğine kanaat getirerek bu alanlara yüklenilen aşırı anlamın dinamitlenmesini ve onun yerine sağlıklı bir önerme olarak sukutun konulmasını ister. Bu önermelerinin yanı sıra edebiyat camiasında İsa'ya olan vurgunun da ayrıca eleştiriye tabi tutulması manidardır. Yine Atay'ın Tutunamayanlar'ına dönecek olursak; Selim Işık'ın kendisine rol model olarak İsa'yı seçtiğini, İncil'den birtakım pasajlar aktararak benimsediği modelle bütünleşmeyi arzu ettiğini açıkça görmekteyiz. Oysa Bayer’in, Müslüman kimliğinin bir gereği olarak, benimsenmesi gereken modelin Hıristiyan kaynaklarında anlatılan İsa olamayacağını, bu modelin olsa olsa Hz. Muhammed olacağını vurgulaması bu iki farklı algının dile yansıtılması bakımından dikkate değerdir. Selim Işık'ın bir kurtuluş kapısı olarak gördüğü İsa modeline karşılık Sühan'ın öne çıkardığı Hz. Muhammed modeli vardır. Öne sürülen model bakımından, kahramanın yaşanılan çıkışsızlığa karşı gösterdiği önerme, bir anlamda asli kaynaklara dönmeyi sembolize eden, eve dönme önermesidir.

Modern bir anlatım imkânı olarak, Türk romanında 1960'lı yıllarda başlayan ve Tutunamayanlar romanıyla zirve yapan birey merkezli roman anlayışı, zihinsel algısını daha çok modern dünyanın verileriyle sivriltmiş orta sınıf pozitivistlerinin sistem içindeki sıkışmışlıklarını dile getiriyordu. Dolayısıyla bireyin sistem içindeki sıkışmışlığı belli bir sınıfın, toplum içinde kendine ve çevresine yabancılaşmasını içeriyordu. Sunulan eleştiri; kurumsal işleyişin insanı tatmin etmeyen yetersizliğine, sosyal çevrenin kalıplaşan zihinsel çürümüşlüğüne ve bu çevre içinde etrafı gittikçe daralan bireyin yalnızlığına yönelik sağlam veriler sunsa da çözüm noktasında ya sanata bağlılığı ya da intihara yönelmeyi öneriyordu. Bu etki altında kalmış yönelim ise Cezayir kökenli bir “yabancı” olarak Albert Camus'nun dile getirdiği konuları ilk elden akla getiriyordu. Bu çıkışsızlıkta Selim Işık gibi Zebercet de intihar edecek, Turgut Özben ise toplum içindeki yalnızlığını sanat ve edebiyata sığınarak gidermeye çalışacaktı. Dolayısıyla modernite tarafından sıkıştırılan birey yine modernliğin getirdiği birtakım çözümlerle kendini kurtarmanın yolunu seçecekti.  Buradan yola çıkarak romanlar arasında bir karşılaştırma yapmaktansa artık modernliğin sadece belli bir kesimi değil tüm kesimleri rahatsız eden, yalnızlaştıran bir olgu olduğunu kabullenmek gerekecektir. Zira modernleşmeyle aralarındaki mesafeyi bir yere kadar koruyan muhafazakâr-İslamcı kesim de artık bu etkinin alanına girmiş ve bütün sosyo-kültürel kimlikler bu etkileşimin hızıyla yeni davranış kodları geliştirmiştir. Selman Bayer, tam da bu yeni davranış kodlarıyla hareket etme zorunluluğunda bırakılmış muhafazakâr–İslamcı kesimin eleştirisine soyunarak uzun zamandır terk edilen eve geri dönme önerisinde bulunuyor. Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi’ne biraz da bu yanıyla yaklaşmak ve son yirmi yıllık yakın geçmişin kodlarını çözümleyerek okumak, meselenin daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

 

Dergâh Edebiyat Sanat Kültür Dergisi Sayı:265 Mart 2012