Edebiyat Hayat Memat Meselesi mi?

Edebiyat Hayat Memat Meselesi mi?

Cevat Akkanat’ın Okur Kitaplığı tarafından yayınlanan son kitabı Edebiyat Hayat Memat, bir şairin sanata, edebiyata ve bunların hayatta bulduğu karşılıklara yönelik düşünme çabalarının bir toplamı. Lafzen değil, teorik ve pratik bir bütünlüğü içeren bir iman düzeyinde müslüman bir şair olarak Cevat Akkanat, verili sanat (ve edebiyat) tanımlarını, sanatçıya (ve edebiyatçıya) biçilen sahte rolleri vahiy kaynaklı “bilgi” ile sorgulayarak “mücahede” ediyor. Değerlendirmelerini kendi söylemine ait kavramları kullanarak oluşturduğu özgün mizahi üslubu ile yaparak, sanat/edebiyat alanını kendi durduğu noktadan gözlemlemeyi ve tanımlamayı başarıyor. Muharref bir bilgi, cahilî bir düşünüş etrafında şekillenen sahte merkezlerin diliyle, onların tanımlamalarıyla değil de; Allah’ın Âdem’e eşyanın ismini öğretmesi, yani mutlak/ilahî bilgi ile çevresini doğru bir şekilde tanımlama yetisi bahşetmesi ve insanları vahiy doğrultusunda dünyayı okumaya çağırması süreçlerinin gereğini günümüzde yerine getirmeye çalışıyor bunu yaparak.

Kitap üç bölümden oluşuyor: “Sanat Edebiyat”, “Edebiyat Hayat” ve “Hayat Memat”. Birinci bölümde Akkanat kendi edebiyat anlayışını ortaya koyuyor ve bulunduğu yerden mevcut edebiyat mahallesine ve sakinlerine dönük eleştirilerini çeşitli örnekler üzerinden gerçekleştiriyor. “Soruya Dikkat!” başlıklı yazısında, Murat Belge ile yapılan bir söyleşiye dikkat çekiyor Cevat Akkanat. Hayatı dayandırdığın değerlere, yani itikadına göre edebiyat eleştirisine girişmek gerektiğini söylüyor Belge, söz konusu söyleşide yer alan bir cevabında. Cevaat Akkanat bu noktanın önemini vurgulayarak şunları söylüyor: “...kültür, sanat yahut edebiyat aleminde olup da, hayatı kâinatı bir bütün olarak göremeyenlerin, görmek istemeyenlerin, kaypakların, iki yüzlü liberallerin, göbek bağı menfaaten ‘öteki’yle bağlaşık olanları, hoşgörüyle körleşmiş taş kalplerin, geçici siyasî ‘erk’lerle ortak çanakları paylaşanların anlamakta zorlanacakları bir durumla karşı karşıyayız.” Belge’nin, hayatı, siyaseti, edebiyatı değerlendirken çıkış noktası olarak aldığı düşünceyi benimsemesek de, ortaya koyduğu net duruşu önemsemek gerekiyor. Edebiyatı hayattan ayrı tutup, başlı başına bir kutsal olarak belleyen, vahyin yüklediği ibadi sorumluluklardan ve siyasal bilinçle hayata müdahele etme görevinden uzaklaşmış ancak kendini İslam’a nispet etmeyi sürdüren edebiyat çevrelerine ve sekr(sarhoşluk) hâlindeki “katalog” şairlerine dönük çeşitli eleştirilerde bulunuyor bu bölümde Cevat Akkanat. “Edebiyatta ‘Kıdik’ Meselesi” başlıklı yazı edebiyat kamusuna dönük eleştiriler arasında birçok açıdan dikkat çekiyor. Usta-çırak ilişkisinin yerini üstad-kıdik[1] ilişkisine bıraktığını söyleyen Akkanat, bu yeni ilişki biçiminin sürekli olarak kendini üstad pozisyonunda gören şairin statüsünü yükseltmeye yaradığını söylüyor: “Düzenlenen edebiyat yarışmalarında ‘kıdik’lerine ödül kuşu konduruyorlar. İdare ettikleri radyo-televizyon programlarına öncelikle ‘kıdik’lerini davet ediyorlar. Yönetimleri altında bulunan yayınevlerinde ‘kıdik’lerinin kitaplarını yayınlıyorlar. Çıkardıkları dergilerde ‘kıdik’lerine müstahkem mevkiler sunuyorlar. Etkileri altına aldıkları gazete kültür sayfası yöneticileri veya dergi editörlerine ‘kıdik’ muamelesi yaparak ‘artı değer’ tedavülüne girişiyorlar. Düzenledikleri panel, sempozyum, anma günü, anılma günü gibi etkinliklerde ‘kıdik’lerini takdim edip ‘görünür kılmaya’ çalışıyorlar… Vs… Bütün bunların sonucunda ‘üstad’lar belli bir nüfuz artışı elde etmiş oluyorlar.”[2]

Sabit Kemal Bayıldıran, edebiyatta nasıl muhalif olunacağı üzerinde dururken, şiirde büyük harf kullanmayan Attilâ İlhan’ın yaptığının muhaliflik olup olmadığını sorarak, okullarda çocukları resmi ideoloji safsatalarıyla ifsad eden devletin “beyin yıkama mekanizmasına karşı çıkmadığı sürece” bu yapılana muhalefet demenin mümkün olmadığını, bunun marjinallik olduğunu söylüyor.[3] Cevat Akkanat söz konusu “muhaliflerin” biçimsel oyunlarla, kelime cambazlıklarıyla, sözsel cedelleşmelerle anlamdan uzaklaşan, hayatı bir bütün olarak algılayamayan vaziyetlerine dikkat çekiyor ve bu çevrelere yaranma derdindeki muhafazakâr edebiyatçıların zaman zaman dillendirdikleri “şiirin sağı solu olmaz”, “ideoloji şiiri öldürür”, “şairin müslümanı olmaz” gibi söylemleri Yahudileşme temayülü kapsamında değerlendiriyor. Müslüman şairlerin ve piyasa şairlerinin şiir anlayışlarını, 28 Şubat darbe sürecinin açığa çıkardığı bazı noktalar üzerinden ele alan Cevat Akkanat, kendini güdümlü edebiyata saydırmaya çalışan Müslüman edebiyatçıların tavırlarındaki sıkıntılı yanları dile getiriyor; 28 Şubat sürecinde statükonun yoğun baskısı karşısında boynu dik bir duruş sergileyen Nurettin Durman, Arif Ay, Ali Emre, Cahit Yeşilyurt, İbrahim Tenekeci, Cengiz Coşkun, Mehmet Aycı, Hüseyin Akın, Mevlana İdris, Murat Karanfil gibi şairlerin ortaya koydukları “Muvâfık Şiir”e değiniyor.

“Edebiyat, sadece hayata ayna tutmak değil, aynı zamanda ona bir yön verme çabasıdır. Şairler ve yazarlar, yaşantılarını kendi merceklerinden binbir renkte yansıtırken; sezgileri, hayalleri, duyguları ve düşünceleriyle çevrelerinin de öncüsü olurlar. Yani, hem hayata kılavuzluk ederler, hem de yeni yeni yaşama alternatifleri sunarlar.” diyor Ali Budak, Hayat ve Edebiyat adlı kitabında.4 Cevat Akkanat’ın edebiyat anlayışını bu cümlelerin yeterince ifade ettiğini düşünüyorum. Şiirlerini de eleştirilerini de, hayatı kuşatan, sadece fotoğrafı çekmeyen aynı zamanda dünyaya müdahele eden bir anlayışla yazıyor Akkanat.

 

 

 

 

Tasfiye Dergisi, Temmuz Ağustos 2010, Sayı: 25

 

[1] Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kullanılan bu kelime oğlak, kuzu ve enik gibi anlamlara geliyor.

[2] Cevat Akkanat, Edebiyat Hayat Memat, Okur Kitaplığı, İstanbul 2010, s.18

[3] Sabit Kemal Bayıldıran, “Düşünce Temrinleri II”, Varlık dergisi, Haziran 2010, s.54.

 

Mustafa Özeke