Eksik olan başka bir şey, ama ne...

Eksik olan başka bir şey, ama ne...

SINIR YAZILARI 07.05.2012


Cihan Aktaş

Kimi yazarlar vardır, bir kitabını okumakla yetinirsiniz, diğerleri tekrar gibi gelir. Kimi yazarlar ise aynı tema etrafında sürdürseler de cümleleri her türde ve her ciltte ufkunuzu yeniler. Metin Önal Mengüşoğlu’nun Harput Şehrengizi isimli kitabını okurken bunu düşünüyorum: Sözkonusu olan sadece yeni bilgi değil, yeniden öğrenmeyi mümkün kılan bir kavrayış, açıklama; bir üslup. Keklik avına çıkılan kuş değil, Jung işte bu gözle de okunabilirmiş, “Harput bilinci” ise ham bir yerelliği yansıtmaktan  uzak.

Yazmadan edemeyecek yazarları iki gruba ayırıyorum ben. Birinci gruptakiler insanı ve hayatı metin uğruna gözardı edebilir. İkinci gruptakiler ise adeta (kendisini de katarak) insanı ve hayatı iyileştirmek üzere yazmayı sürdürür. Mengüşoğlu ikinci gruptan yazarlar arasında görünüyor bana. Yazmak öğrenmenin değerli yolu. “Yeni bir şey öğrendim, bugün daha iyiyim” demekte yazar, Bir Kelime Mesafesi’nin başlarında.


Okur Kitaplığı Mengüşoğlu’nun eserlerini toplu olarak yayımlıyor, iyi ki...  İstanbul Hikâyeleri’ni okurken, Mengüşoğlu sanki niye öykü yazmayı sürdürmüyor, diye düşünmüştüm.“Endülüs” şiirlerini okurken cevap önüme geldi: Şiir tarafından seçilmiş olduğu için, öykü alanında alıp başını gidemezdi.

Bursa’da işini sürdüren yazar, işin içine dijital imkânlar girmeksizin mevcut edebî kamu hiyerarşilerine ilişkin kabulleri tartışmaya açıyor. Önce Ben Asyalı Bir Ozan isimli şiir kitabıyla tanıdığımız, Dr. Sile öykücü yönüyle tanıştığımız Mengüşoğlu’nu, mevcut edebiyat ortamları ve söylemlerine koyduğu mesafe nedeniyle bir yazımda Valery’nin “kendi kamularını kurarlar” diye anlattığı sıra dışı edebiyat adamları arasında değerlendirmiştim. (Öptüm Kara Gözlerinden”, Gerçek Hayat, 3 Ekim 2007)

Kelime dergisinin statükoyu karıştıran soruları, 1995’te yayımlanan Düşünmek Farzdır’la mantıki noktasına taşınıyor. Deneme alanında Harput Şehrengizi, “insanın kendisi olduğu yer neresidir” sorusunu yenileyen cevaplarıyla, Öptüm Kara Gözlerinden’i haber veriyor. Bahçe, mahalle, çocukluk, komşuluk, dostluklar ve türküler, oyalı yazma bildirileri, halk sezgisinin alınyazısına yüklediği anlamlar ve kitabı elime almadan çok önce bir yazıma başlık olan “Keklik bizden uzaklaştı” türküsü de, mısraa dönüşmeye can atıyor.

 

Kadınlar arka odalarda tutulmuyor, uzak bahçelere gönderilmiyorlar Mengüşoğlu metinlerinde, başka türlü bir varoluş için sürdürülüyor eleştiri. Daha önce kimse Öptüm Kara Gözlerinden’in müellifi gibi Müslüman eylemci, aynı zamanda kitaba değer veren genç adamların toplandığı sobalı odaların arka planında mucize ve çile yüklü hizmetlere vazifeli bilinen kadınların yalnızlığını anlatmadı, Ali Şeriati dışında.

Ve devrim olgusunu da kimse onun kadar iki yanlı bir sorgulamaya tabi tutmadı. Evdeki boşluğu hep hissedilecek olan büyük oğul Yasir, Grup Yorum ve Heavy Metal’in yanına bağlamayı da katarken, bir kuşak çatışması yaşanmıyor evde; söz konusu olan babanın dilinden yükselen türkü mısralarıyla ilerleyen bir duyarlık. Ağır bedeller ödeme pahasına “neşeli üretkenlik” dediğim şey yaşanıyor o evde: Ahmet Kaya, rock müzik, yeni şiirdeki dil oyunlarının hissettirdiği bir tür kısırlık, 6. Filo’ya “Go home” demiş bir baba, “küçük militanım” diye seslenilen gurbete yazgılı bir kız evlat... Bütün bunlarla birlikte devrimcilik ve bir davanın militanı olmayı başka türlü anlamak olası: “Modernitenin türettiği, nefret ve kindarlık üzerine kurulmuş, körlemesine bir anarşi ve kalleşçe bir terör, asla saygın ve özgün bir devrimciliği temsil etmez”, diye hatırlatacaktır, yazar baba, yüksek tahsilini sürdürmek için bir Avrupa şehrine gitmek zorunda kalan kızına. (Sf. 41.)

 

Nihayet “Endülüs” (Espana Musulmana) şiirleri... Fetih, ihtişam, Roland şarkısını mimariye sindiren bir sentez yeteneği, tasavvuf, kelam, estetik, felsefe; görünüşe bakılırsa bir medeniyeti sonsuzca ayakta tutabilir. Eksik olan neydi, cömertlik mi, tevazu mu, içeriğini şaşırmış bir cemaat mi...

“İnsan eli değmemiş
Dikenli, bir ormanda
Umarsız kalmışlardı;
Beş yüz yıldan beri onlar
Burada çoğalmışlardı
...
Merkez mustaripti
İnce bir hastalıktan,
Kangren olmuştu belki varoşlar,
Ne cenubun ne garbın
Takati yetiyordu
                   Hayatı taşımaya...”
 (“Espana Musulmana” şiirinden...) 


Eksik olan her zaman bambaşka bir şeydir çöküşlerde, burada da ola ki Kartezyen değil de yürekli akıldır. “Nâzım’ın vebali kimin boynuna” başlığını taşıyan denemede irdelenen “anlamak” ile “inanmak” arasında bir fark olduğuna bizi kim inandırıyor... (Bir Kelime Mesafesi, sf. 87) Asım Öz’ün İstanbul Hikâyeleri için gerçekleştirdiği Dünya Bülteni söyleşisinde Mengüşoğlu, kalp ve akıl arasında yapılan ayrıma işte şu şekilde itiraz ediyor: İki kalbim yoktur, duyduklarım ile düşündüklerim aynı kaynaktan beslenir ve her ikisi de aynı bilinç, idrak ve inancın mütercimidir. Güya aklen aşkı inkâr edip gönülden iman ettiğini söyleyenlerin düalist mantığı ve mantalitesi benden uzak olsun. İslâm öğretisindeki imanın bir bilinç, basiret, ilim ve nihayet akletme işi olduğunu şu şaşkın dünya ne zaman öğrenecek?”

[email protected]
twitter.com/chn_aktas

http://www.taraf.com.tr/cihan-aktas/makale-eksik-olan-baska-bir-sey-ama-ne.htm