ELEŞTİRİ KAVRAMINA İTİBARINI İADE EDEN YAZARIMIZ: SÜHEYLA KARACA HANÖNÜ

ELEŞTİRİ KAVRAMINA İTİBARINI İADE EDEN YAZARIMIZ: SÜHEYLA KARACA HANÖNÜ

1982 yılında Iğdır’da doğdu. İlk orta ve lise eğitimini Iğdır’da tamamladı. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden 2002 yılında mezun oldu. 2004 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı alanında yüksek lisansını tamamladı. Halihazırda edebiyat öğretmeni olarak görev yapmaktadır.

İlk yazısı 2012 yılında Ay Vakti dergisinde yayınlandı. Türk Edebiyatı, Edebiyat Ortamı, Hece, Yedi İklim, Yitik Söz, Ihlamur, Bir Nokta, Şiar, Şehir ve Kültür, Bekir Abi, Diyanet Aile, Kitabist gibi pek çok edebiyat dergisinde yazıları ile yer aldı.

Karaca Gözü kitabı 2021 yılında ESKADER tarafından yılın ilk kitap ödülüne layık görüldü.

Osman Aras ile Berat Asaf’ın annesidir.

Öncelikle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. İlk sorumu hikâyeciliğinize yöneltmek isterim. Hikayelerinizi kuş motifi üzerinden yazmanızın nedeni nedir? Özel bir ilgiden mi kaynaklanıyor yoksa kuşlar bize bir şeyi mi simgeliyor?

Asıl ben teşekkür ederim. Üniversite birinci sınıf öğrencisinin Yeni Türk Edebiyatı’nı bu denli takip etmesi beni ziyadesiyle mutlu etti. Hikâyelerimi henüz kitaplaştırmadığım halde incelemeniz ve birçok hikâyemde yer alan kuş motifini tespit etmeniz takdire şayan doğrusu.

Yazarlık biraz da bilinçaltıdır. “Çocukluk, insanın kara kutusudur.” diye manidar bir söz var. Çocukken rüyalarımda sıklıkla uçardım. Ne olmak istersin deseler kuş gibi uçmak isterdim, derdim. Hikâyelerime yerleşip yuva yapan kuşlar, belki bir çocukluk arzusunun yansıması belki ruhumun yazarak kanat çırpmasıdır diyebilirim. Görüyorum ki o kuşun tüyleri okur olarak size de ulaşmış.

Sizi öykü yazmaya iten nedir? Zamanla şiir, roman gibi türlerde de yazmayı düşünür müsünüz?

Birçok yazar şiir yazarak başlar yazma serüvenine. İtiraf etmeliyim ki ben de bir dosya dolusu şiir yazdım. Sonra bunların birçoğunu imha ettim. Bazılarını da denemelerimin içine yerleştirdim. Şu ana kadar sadece iki şiirimi yayınlattım. “Rüya Şehir Kudüs” adlı gezi yazımın içine yerleştirdiğim şiirim ilgi görünce “Zeytindağı” adı altında yayınlattım. “Hayal Bilgisi” dergisi bu şiirin çocuklar için olan versiyonunu isteyince “Hanzala ve Eleğimsağma” adlı şiirim de yayınlanmış oldu. Bundan sonra şiir yazacağımı pek düşünmüyorum. Şiir, güçlü bir ilham ve kuyumcu titizliği istiyor. Herkes şiir yazmamalı diye düşünüyorum. İnceleme, gezi yazısı, söyleşi, röportaj, eleştiri, deneme ve hikâye türlerinde yazdım. Halihazırda hikâyeye yoğunlaşmış durumdayım. İleride bir töre romanı yazma idealim var. Bunun için eril yazarlık yönümün taşmasını bekliyorum. Nasip diyelim.

Kitabınızda bahsettiğiniz çoğu eseri not aldım, alıntıladığınız neredeyse bütün cümleleri de aynı şekilde. Peki hikayelerinizden önce denemelerinizi yayınlamanızın nedeni nedir?

Güzel bir soru. Yayıncım da önce hikâyelerimi kitaplaştırmamı istedi fakat ben kararlı bir şekilde “Karaca Gözü” kitabımda geçen eleştirel denemelerimi bir vefa borcu olarak öncelikle okurla buluşturmak istedim. Yazar olmadan önce iyi bir okur olmak gerekir mesajını vermek istemiştim. Kitabı okuyanlar, yapmış olduğum okuma yolculuğumun bir kısmına tanıklık etmiş oldu böylelikle. Kitap kitabı çağırsın, temennisiyle okura sunduğum bu kitap için okurlardan da bu doğrultuda çok güzel dönüşler aldım. Hikâyeler de vakti geldiğinde okurlarıyla buluşacaktır.

Öyküleriniz Mardin, Ağrı gibi farklı topraklarda geçiyor. Geçtiği yerin ağız özelliklerini, yöresel türkülerini barındırıyor. İncelediğiniz eserlerin de nerede geçtiğine değinmeniz dikkatimi çekti. Sizce bir eserde seçilen coğrafyanın önemi nedir?

Hikâyeleri çok iyi okumuşsunuz. Malum üzere hikâyeci elindeki mercekle bakar olaylara. Roman yazarı gibi kişi, zaman ve mekânda ayrıntılara giremez. Hikâyecinin odak noktası olmalıdır. Kısacık hikâyelerimde mekân ögesini hissetmeniz beni mutlu etti.

Coğrafya kaderdir. Yazarın da kalemini, kelamını bulunduğu coğrafya ve tanıklıkları şekillendirir. “Güvercin Kanadı” hikâyemde güvercinleri anlatabilmek için bir hayli araştırma yapmıştım. Güvercin türleri, onların özellikleri, sahipleri tarafından bir mekâna nasıl alıştırıldıkları vb. Bu bağlamda güvercin sevdalısı kişilerle de görüşmüştüm. Mardin’de de meşhur kuşçular, güvercin tutkunları olduğu için mekân olarak Mardin’i seçmiştim. Her ne kadar kurmaca da olsa kurmacanın da tutarlılığı olmalı. Çölü anlatırken kutup ayısını anlatamayız. “Ardıç Kuşu” adlı hikâyemde yöresel ağıza, şiveye yer verdim. Aslında bu bir risktir. Hâkim bakış açısıyla yazılıp karakterleri az konuşturarak bu yöresel tatlar okura sunulabilir diye düşünüyorum.

Bir konuşmanızda “Ardıç Sesi” adlı hikâyenizdeki küçük kızın siz olduğunuzu söylemiştiniz. Diğer eserlerinizde böyle bir durum söz konusu mu? Yani kendi hayatınız eserlerinize ne boyutta yansımakta?

İtiraf etmeliyim ki birçok hikâyemde tanıklıklarım var, izlediğim haberler de var. Tabi ki birebir anlatmıyorum. Öz korunarak kurmaca boyutuna evriliyor. Dostoyevski “Suç ve Ceza”sını, Orhan Kemal “Vukuat Var” eserini bir haberden yola çıkarak yazmıştır. “Kısa Yazıp Yollayacağım” adlı hikâyem Türkiye ve dünya gündeminden iki haberden etkilenerek yazdığım bir hikâyedir mesela.

Hem annelik, hem öğretmenlik, hem yazarlık… Hepsini aynı anda yürütmek zor olmalı. En büyük motivasyonunuz nedir?

En büyük motivasyonum üretme aşkı, yenilenme aşkıdır. Elbette zorlukları var ama bir işi severek yaparsanız fil olur karınca. Annelik, öğretmenlik, yazarlık beni besledi. Eksiltmedi, çoğalttı. Bakış açım değişip genişledi. Çocuklarımı ayağımda sallarken çok kitap okumuşumdur. Bu arada ikiz çocuk büyütürken sürdürdüm bu çalışmalarımı. Bazen ben bile hayretle bakıyorum kendime. Çocuklarımızı da aynı anda birçok şeye odaklanabilme durumuyla karşı karşıya bırakmalıyız ki mücadeleyi öğrensinler. Okumalarımı bile çoğul okuma şeklinde yapmışımdır. Aynı anda şiir, deneme, hikâye kitabına başladığım olmuştur. Çoğul okuma durumu zihni de diri tutan bir yöntemdir. Tavsiye ederim.

Aynı zamanda resim yapıyorsunuz. Öyküleriniz size ilham veriyor mu? Birbirlerini beslediğini söyleyebilir miyiz?

Röportajlarda resimlerimle ilgili soruların gelmesi artık resimde de kabul gördüğümü gösteriyor. Yakın zamanda İlhami Atalay’dan bazı resimlerime bir maşallah almanın da gururunu yaşadım. Çocukluğumdan beri resme ilgim vardı. Pandemi süreci başladığında zihnimi oyalamak için resme ağırlık verdim. Renklerin dünyası şifa oldu bana. Sanat alanları birbirini etkiler elbet. “Enginar” adlı hikâyemi yazdıktan sonra bir de “Enginar” adlı tablo çizmiştim. “Hanzala ve Eleğimsağma” adlı şiirimin de tablosunu çizdim ve şiirle birlikte dergide yer aldı görseli. Resimlerimde kız ve kuş serisi var. Hüthüt kuşu, ardıç kuşu, kartal, leylek ve güvercin yer aldı tablolarımda. Devamı da gelir umarım.

Bir kadın olarak işinizde engellerle karşılaştınız mı? Bu süreçte ne gibi zorluklar yaşadınız?

Yazınsal yolculuğumda engelle karşılaşmadım. Çünkü edebiyat dünyasına paraşütle inmeyip “Yol sabırdır.” diyerek merdivenleri teker teker çıktım. Her basamakta çoğaldım. İşin mutfağından gelmenin tadını yaşadım. Burada “mutfak” edebiyat dergileri oluyor. Siz sabırla yolunuza bakıp ürettiğinizde engeller kendiliğinden kalkıp yerini davetlere bırakıyor. İyi niyet, üretmek ve aşkla yapmak kazandırır.

Okurlarınız hakkınızda çok güzel şeyler yazmışlar. Peki siz okur kitlenizi nasıl tanımlarsınız?

Bir yazar için en muhteşem anlardan biri bir okurun kalbine girmektir. Beni çok duygulandıran okurlarımla tanıştım. Beylikdüzü’nden kalkıp Zeytinburnu’ndaki ödül törenime elinde kitabımla gelip tanışan Rukiye Hanım’ı unutmam mümkün mü? Hâlâ görüşüyoruz kendisiyle. “Karaca Gözü” kitabının okurlarını ciddi okur olarak görüyorum. Kitaplar üzerine yazılmış yazılar herkese hitap etmeyebilir. Kültürel bir birikim gerektiriyor. Bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. “Karaca Gözü” okurları sayesinde bahtlı bir kitap oldu.

Edebiyat camiasına girmiş biri olarak, kitap satışlarında en büyük etken sizce nedir? Günümüzde tanınan bir yazar olmanın yolları nelerdir?

Evvela yazar olduğum için tüccar mantığıyla yaklaşamıyorum duruma. Bir kitabın çok satması nitelikli olduğunu göstermeyebilir. Bir kitabın az satması da onun niteliksiz olduğu anlamına gelmez. Tanınmak nasip ya da reklam işidir. İyi, nitelikli bir eserin milyonlar tarafından okunmasını isterim. Türkiye’de yazarların para kazanamadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Sadece yazarlık yaparak yaşamını sürdürmek günümüz koşullarında ütopik geliyor maalesef. Belki de o yüzden dünya çapında da bilinen eserler ortaya koyamıyoruz. Sait Faik Abasıyanık, yurt dışına çıkacakken mesleğiniz ne, diye sorar görevli. Yazarım, deyince pasaportunun meslek bölümüne “vasıfsız” yazınca çok gücüne gider, diye okumuştum. Galiba hâlâ yazarlık hak ettiği yerde değil ülkemizde.

Kitabınızda ele aldığınız bir yazar bugünkü sorunlarımızın çoğunun eleştirel tavrın, dolayısıyla gerçek anlamda entelektüel bir zümrenin bulunmayışına bağlamakta. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce insanımız eleştirmekten neden bu kadar çekiniyor?

Eleştiri derken akla nedense hep olumsuzluk geliyor. Eleştiri sadece sanatta değil, her alanda çok önemlidir. Eleştiri olmadan sağlıklı bir gelişme söz konusu olamaz. Eleştirirken takınılan tavrı, üslubu çok önemserim. Kalp kırmadan, yapıcı yapılan eleştiriyi doğru buluyorum. Bunu hayatımda da uygulama gayretindeyim. Üsküdar’daki programıma üniversite hocam Prof. Dr. Şaban Sağlık gelip konuşarak “Karaca Gözü” kitabımdaki eleştiriler için şunları söyleyerek beni çok duygulandırmıştı: “Okuma yazma arzusunu uyandıran, öz anne şefkatiyle yazılmış eleştiri yazıları diyorum ve bu anlamda Türk edebiyatında eleştiri kavramına itibarını iade ettiğini düşünüyorum.”

“Yanlış üslup doğru sözün katilidir.” diye güzel bir söz var. Eleştirirken doğru üslup öncelik olmalıdır.

Eserinizde de alıntıladığınız gibi okuyucunun tüketici, yazılanınsa meta olarak görüldüğü çağımızda yazarlara büyük bir sorumluluk düşmekte. Bu durumda sanatın bir eğitim aracı olduğunu söyleyebilir miyiz? Sizce sanat bir amaç olarak mı kalmalıdır?

Sanat hem amaç hem araç olmalıdır. Ruh, metadan üstündür. Sanat, ruhlara tesir eder. Tarih dersinde Çanakkale Savaşı’nın sebep ve sonuçlarını anlattığınızda öğrenci pek etkilenmez. Aynı öğrenci Çanakkale konulu bir tiyatroyu izlerken yüreği kabarıp ağlar. Sanat aracılığı ile ideallerimize, hedefimize daha çabuk ulaşırız.

Hem bir eğitimci, hem de yazar olarak genç edebiyatçı adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir? Nasıl bir yol çizilmeli?

Hayalini kurduğunuz alana yatırım yapıp para harcayın. Mutlaka kendinize ait bir kitaplık oluşturun. Edebiyat dergilerini mutlaka takip edin. Edebi, sanatsal ortamlarda bulunun. Bir yol bulduysanız oradan yürüyüp dostluklar edinin. Çevre, sizi güçlü kılar. Her zaman yapıcı olun, nezaketli olun. İlkeleriniz, bir duruşunuz olsun. İyi olana öykünmekten çekinmeyin ama kendi yolunuzu bulma çabasından vazgeçmeyin. Hem mağaranız olsun hem kalabalıklarınız. Her gün yazamasanız bile mutlaka günlük tutun. İyi bir gözlemci, iyi bir dinleyici olun. Dergilerde yazmadan kitap çıkarmaya niyetlenmeyin.

Aşkını her daim diri tutan ve çabalayan amacına ulaşacaktır.

Zamanınızı ayırdığınız, sorularımı cevapladığınız için çok teşekkür ederim.

Asıl ben teşekkür ederim. Sorularınız, ilginiz isminizin anlamı gibi gönlümü aldı sevgili Dilruba. Edebi yolculuğunun, araştırma azminin daim olmasını dilerim.

Ayşe Dilruba Sizer  

https://www.sanatalemi.com.tr/elestiri-kavramina-itibarini-iade-eden-yazarimiz-suheyla-karaca-hanonu/