Gençlere “Rüya” âlemi…

Gençlere “Rüya” âlemi…

Cevat Akkanat

22 NİSAN 2010

"Liseli Bir Kız Sevdim"den on yıllar sonra liseli bir sevdalının romanını okumanın duygusu nasıl anlatılır? Anlatabilene aşkolsun, işte o anlatılmaz duyguyu yaşıyorum...

Dikkat buyurun, Oğuz Özdeş'in romanını okurken, liseli bir öğrenci olarak yaşadığım duygulardan bahsetmiyorum; o duyguları hissetmeyi de umarak, yıllar sonra, içinde liseli bir aşığın hayat bulmaya çalıştığı başka bir romanı okumanın bendeki yansımasından dem vuruyorum.

İşte o sarsıcı roman, Ümit Aktaş'ın "Rüya"sıdır... Bu, bir yandan bir gencin çok yönlü macerasını anlatan,  diğer yandan gençlere, verili olanın ötesinde alternatif diri dünyalar öneren bir romandır.

Romanın kasabalı genç kahramanı eserin başında hayata (liseye) yeni başlayacak birisi olarak tanıtılır.  Henüz "Ne camiye, ne hükümet konağına, ne de mektebe" (liseye) yol düşürmemiş olan genç kahramanımızın nazarında bu kurumlar "büyüklerin dünyasına ait" "korkutucu yapılar"dır.

Bu yapılardan birisi olarak "lise", roman boyunca kahramanımızın içinde bulunacağı, dolayısıyla hemen her bir durum ve tutumuna zemin hazırlayacağı mekân olacaktır.

Şimdi bu mekânda olup biten birkaç hadiseden bahsedelim: Kahramanımız, okula başlayışının ilk günlerinden itibaren resmî eğitimci zihniyetini temsil eden 'edebiyatçı'yla çatışmaya başlayacak, bu noktadan itibaren, hemen bütün liselerde örneklerine rastlanabilecek cinsten edebî ve sosyal değer çatışmalarının bir tarafı olacaktır. Bu çatışmaların benzerlerini, babası ve dedesiyle de yaşamak durumundadır o; zira birbirine zıt dünyaların (baba: 'ilerici ve aydın'; dede: gerici bir hoca') adamı olan bu iki aile büyüğü, onun için, tıpkı 'edebiyatçı', 'matematikçi', 'müzikçi', 'coğrafyacı', 'dinci', psikolojici, vb. gibi otoriter bir mekanikliğin temsilcileridir...

Değerler çatışmasının olumsuz unsurları arasında, kasabanın ileri gelenleri de vardır. Bunlar yine okul ortamında karşımıza çıkar: Bey oğlu, yüzbaşının oğlu, yabancı bir seçkin memurun kızı... Kahramanımız bunlarla farklı diyaloglara girecektir. Mesela, bir dönem seçkin bir memur kızı olarak Gül'le yakından ilgilenecektir. Bunun tam aksi yönde olarak, Bey oğlu ve taifesi tarafından çeşitli tacizlere maruz kalacaktır...

Bu saldırıların birisine, alttan alta kendisine gönül verilen Gül de tanık olacaktır. Saldırgan konumundaki Bey oğlu'na gerekli tepkiyi kendisinin yerine "kurtarıcı bir melek" olarak Gül'ün vermesi ise, hissedilen tek taraflı aşkı negatif yönde bir istikamete sevkedecektir. Sonuçta Gül, babasının tayinine bağlı olarak kasabadan ayrıldıktan sonra,  tek kanatlı aşk küllenmeye başlayacaktır...

Bu noktada "Rüya" neyin romanıdır diye bir soru akla gelebilir. Ortada bariz aşk lafları gezinip dururken, onu bir aşk romanı olarak adlandırabilir miyiz? Elbette, önemli bir çıkış noktası olarak kaydedilebilir bu. Nitekim, romanın birinci kısmı kabul edebileceğimiz ilk dokuz parçada, yer yer zirve noktaya çıkan bir aşk dalgasından bahsedebiliriz. Bu bölümde kahramanımızın öğrenci arkadaşı Gül'e karşı hissettiği yapıcı yahut yakıcı duygular yoluyla anlam bulan saf macera, ikinci bölüm olarak ele alabileceğimiz sonraki sayfalarda yerini farklı bir kişide resmedecektir. Artık öğrencilikten öğretmenliğe yükselen kahramanımız, bu kez meslektaşı Rüya'ya karşı benzer bir yakınlığı duyacaktır. Kendisini "Resimci değil, ben bir ressamım, adım Rüya." diyerek keskin bir viraj gibi takdim eden bu yeni aşk kişisi, kahramanımızı kâh derin kâbuslardan kurtaracak, kâh başına tatlı belalar salacaktır...

Bu ikinci macerayı romanı okuyacak olanların ilgi dairesine havale ederken, şu soruyu sormanın sırası geldiğini zannediyorum: Bu roman için ikinci bir vasıflandırmaya ihtiyaç duyuyor muyuz? Rüya'yı aşk halesi dışında, başka hangi daire içinde değerlendirebiliriz?

Yukarıda sunduğumuz kimi olay halkaları, eserin bir sosyal roman örneği olarak kaydedilebileceğine işaret etmiş olmalıdır. Öyledir. Bunu daha da netleştirmek için, kimi farklı olay halkalarını da burada sıralamakta fayda görüyorum. Mesela, daimi bir karşıt güç olarak sıkça gündeme gelen 'edebiyatçı' şöyle zamanda kullandığı söylemlerini, kasabanın "varsıl ve mütegallibe" kesimleri karşısında kullanmamakta, onlarla uyumlu bir tutumu sergilemektedir. Bu arada, romanın ikinci kısmında 'edebiyatçı'nın yerini resmî otoriteyi temsil eden bir başka kişi almıştır: Okul müdürü. Fakat müdürün temsil kabiliyeti fazla işlenmemiştir. Bu yüzden, biz daha keskin iki hâlden bahsedelim. Bunlardan birincisi, kahramanımızın "anarşizm" yanlısı bir grubun içinde yer alması, hatta bu yüzden tutuklanmasıdır. Aynı duruma bağlı ikinci bir sahne romanın sonlarında da karşımıza çıkacak, fakat bu kez sadece kahramanımızın hayatı altüst olmayacak, eserin akıbeti de belirlenecektir...

Aşk paradoksuyla iktidar oyunu arasında sıkışıp kalan genç bir kahramanın hayatını merkeze alan Rüya romanı hakkında üçüncü bir adlandırma yapacak mıyız? Evet, Rüya'ya bir kültürel değerler senfonisi olarak da bakabiliriz. Diğer ifadeyle bu eser bir kültür romanıdır. Nereden çıkarıyoruz bunu? Elbette metin içinde bahsi geçen maddi ve manevi kültür değerlerinin yoğunluğuna... Çeşitli kabullere, tahlil ve tenkitlere, kahramanların aidiyetlerine bağlı olarak edebiyattan müziğe, sosyolojiden resme, dinden psikolojiye, felsefeden eğitim ve ekonomiye pek çok disipline ait unsur yer alıyor Rüya'da. Eser bu yönüyle,  mutlaka ayrı bir araştırmaya tabi tutulmalı...

Rüya'da dikkatimi çeken, dolayısıyla söylemeden geçemeyeceğim iki husus daha var. Bunlardan birisi romanın anlatım tekniğiyle ilgilidir. Şöyle ki, Rüya'nın anlatıcısı genel olarak ilahî bakış açısını kullanmış. Fakat zaman zaman müracaat edilen kahraman anlatıcı dili, romana hatırı sayılır bir canlılık katmış...

İkinci mühim nokta, Ümit Aktaş, romanında, Kur'anî bir çizgiyi de işaret eden sağaltıcı değerlere yer veriyor. Bu sayede, bir kurgudan ibaret roman ile "bir oyun ve eğlence, gösteriş, büyüklenme"den müteşekkil dünya hayatı arasında kuracağınız bağ, sizi ferahlatıyor...

Son bir cümle, Rüya'yı özellikle gençlerin okumasını temenni ediyorum. Özellikle liselilerin. Çünkü bu eser daha çok onların dünyasıyla başlıyor ve yol alıyor uzunca. Kendilerini genç hissedenlere ise diyecek sözüm yok...

(Rüya, Ümit Aktaş, Okurkitaplığı, İst., 2010, 199 s. / [email protected]  / 0216 553 33 73)

Adresimiz: P. K. 205, Ulucami, Bursa.

http://www.milligazete.com.tr/makale/genclere-ruya-âlemi-160452.htm