Güneşin Doğduğu Yerde: Ödüllü Bir Kitap

Güneşin Doğduğu Yerde: Ödüllü Bir Kitap

      04.02.2014

    

      Recep Seyhan’ın ikinci öykü kitabı “Güneşin Doğduğu Yerde”yi oluşturan metinlerden hikâye değil de öykü olarak bahsedilmesinin yerinde bir tercih olduğunu düşünüyorum ben de. Evet, hikaye değil de öyküdür, bu kitapta karşımıza çıkan metinler. Açık uçlu, farklı şekillerde kurgulanmış, biçimde titizlenen, modern ile gelenekseli iç içe geçirmeyi başarmış, dil ile biçim uyumunu sağlamış, on tane öyküden oluşmuş bir kitap.

    İnce işçilik ürünü öyküler bunlar; sabrın ve zarafetin göstergesi, dili bir oya gibi işleyen, bütünün içindeki detayı okuruna gösterirken acıtan, ama acıyı bal eylemeyi de bilen. Günümüz öyküsünde yapılan en önemli yanlış, olaylardan ziyade temayı öne çıkarmak ki, bu da öykünün atmosferinde yapaylığa yol açıyor. Temanın muhtevayı önemsizleştirmesi, hedef şaşırtarak okuru, biçimdeki mükemmelliğe odaklaması, günümüz öyküsünde bir donukluk, bir yapaylık oluşturuyor. Böyle bir sentetik mükemmellik bıktırıcıdır okur için. Bir an önce bitsin ve geri dönülmesin; sabun köpüğü misali uçup gidecektir belleklerden. Hâlbuki “Güneşin Doğduğu Yerde” kitabındaki öykü kahramanları hayatın içinden kişiler. Bildiğimiz, bir kısmını eşimizden dostumuzdan dinlediğimiz,  kimisi hayatımızın ortasında, kimi de kıyısında yer almış geçmişimizden, şimdimizden kişiler bunlar.

      Özellikle “Kadınge” öyküsündeki Çavuş Kadın…

     Yıllar evvelinin bir Karadeniz kasabasına götürdü beni bu öykü. Rahmetli anneannemin bir ablası vardı, sanki onunla karşı karşıya geldim yeniden, sesiyle azarlarken gözleriyle okşayan  o güçlü, çalışkan kadını gördüm “Kadınge” öyküsündeki Çavuş Kadın’da. Çavuş Kadın, kocasının ölümünden sonra evinin direği, sadece kendi doğurduğu evlatlarına değil, eşinin kendinden önce evli olduğu kadının altı çocuğuna da analık yapmış, üveyliği evinin eşiğinden içeriye sokmamış, her daim güçlü, açıları yüreğine gömen, güneşin üzerine doğmasına izin vermeyecek kadar çalışkan, evinin olduğu kadar köyünün de vazgeçilmezi, evlat acısıyla dahi yıkılmayan bir yiğit kadın. Anadolu’nun sözüne itibar edilen, hatırı sayılan kadınlarının sembolüdür sanki. Çekilen sıkıntılar, onca mücadele, acı boşuna değildir elbet. Hüzünleri ve sevinçleriyle yaşanıp bittiğinde hayat, hala görülecek olanlar var, yaşamaya doyulamayan bir hayat var. Bu öyküyü farklı kılan; yazarın, öyküye hem dışarıdan hem de içerden bakabilmesi olmuş. Öykünün dışından kalarak, bir yazar gözüyle öyküye zaman zaman müdahale ederken,Çavuş Kadın’ın torunu olarak öykünün içinde de yer alır. Bu haliyle “Kadınge” öyküsü, sadece yarattığı güçlü kadın karakteriyle değil, biçim olarak da hafızalarda yer eder.

    Hafızalara kazınan diğer bir öykü de “Karartı” dır.Bu öyküdeki yaşlı kadın Çavuş Kadın kadar güçlü çizilmemiştir. Zaten onun öyküdeki işlevi daha farklıdır: Yirmi yıl önce büyük şehirde üniversitede okurken, bir zamanların sağ-sol çatışması diye adlandırılan olaylarında vurulup ölen oğlu ile, yirmi yıl sonra askerlik görevini yaparken, yine aynı yaşta, terhis olmasına günler kala  bir çatışma esnasında şehit düşen torunun arasındaki bağlantıyı kurar yaşlı kadın.  Onun gözünden teröre yüklenen anlama dikkatler çekilir. Şehirde olsun, dağda olsun, duvarın arkasındaki görünmeyen karanlık güçler, tetiğe basar sanki. Yaşlı kadın, acının yoğunluğu ile sayıklar gibi, duvarın arkasındaki o gücün kim olduğunu sorgular, görmeye çalışır o karanlığın içindeki görünmeyeni, tetiğe basmasa da tetiğe bastıran karanlık eli.

     Kitabın ilk ve son öyküleri, diğerlerinden farklı olarak, hayvanları merkeze alan, hayvanlara kişilik kazandıran öyküler. İlk öyküdeki köpek Habir’in, yıllar içinde insanlarla kurduğu sıcak ilişki, ömrünün sonuna doğru çektiği acıya rağmen sahibinin evini bırakmak istemeyişindeki kararlılık, mekân ve insanlarla kurduğu sıkı bağ öyle güzel anlatılmış ki, Habir’in ölümü ile içimiz burkuluyor. Son öykü “Gülburun” ise asaletiyle, cesaretiyle saygı uyandıran bir savaş atını anlatır. Ölürken bile asaletini koruyarak, sevginin fedakârlık gerektirdiğini insanlara gösterebilmiş bir at, hayranlık uyandırıyor okurda.

    Recep Seyhan’ın 2013 yılı ESKADER edebiyat ödülünü de alan “Güneşin Doğduğu Yerde” kitabında yer alan her öyküsü, yürek atışı gibi canlı, yaşanmışlığın sıcaklığını taşıyan öyküler. Kitap bittiğinde, koca bir hayatın, geçmişin ve şimdinin, nasıl oluyor da 165 sayfalık bir kitabın içine sığabildiğine şaşıyorsunuz.

     Bu da yazarın hüneri işte…

     Funda Özsoy Erdoğan

    Kaynak: http://sanatalemi.net/kose_yazi.asp?ID=7769