Her Şey Hakkında Bir Öykü’ye dair

Her Şey Hakkında Bir Öykü’ye dair

Merve Koçak Kurt

 

Her Şey Hakkında Bir Öykü, Kamil Yıldız'ın ilk kitabı. Yani bir 'ilk kitap'... Okur Kitaplığından çıkan yüz on sayfalık kitap on yedi öyküden oluşuyor. Öykülerin çoğu daha önce Dergâh, Derkenar gibi dergilerde yayımlanmış. Kitapta, okur merkezli bir öykü dili yerine daha çok karakter merkezli bir anlatım dili tercih edilmiş. Yer yer denemeye benzer bir üslup göze çarpıyor. Yazarın deyişiyle 'öykünün sınırlarını biraz zorluyor'.

           

Karakter merkezli bakış açısı, yazarın nesnel bir mesafeyi koruyarak kurulabileceği gibi kendine dönük ve kendine bağlı kalabilir. Bu duruma göre değerlendirirsek, öyküler daha çok yazarın kendine doğru kanatlandırdığı söz(cük)lerden oluşuyor. Kimi zaman uzadıkça uzayabilen kimi zaman da kısacık cümlelerle çok şey anlatabilen öykülerle dolu bir kitap Her Şey Hakkında Bir Öykü. Söz gelimi “Omuz Hizasında Hayat” adlı öyküsündeki gibi: “Ben. İçimdeki hayvan. Düşük omuz hizasında hayat. Sus...” Bazen de “İnsan ve Çamur”daki gibi oldukça şiirsel bir anlatıma da rastlıyoruz: “Sen kendini bir rüyada, rüyanı da bir başkasının rüyasında... Sonra o bir başkası bir başkasının yüzünde... Yaşıyorsunuz.”

           

Yazmaya dair ipuçları da barındıran öyküler arasında akılda en çok kalanlardan biri de kitaba adını veren “Her Şey Hakkında Bir Öykü”. Özellikle giriş kısmı oldukça ilgi çekici bir 'Prolog'la başlıyor ve de yazıya dair cümlelerle kendini çoğaltıyor: “Öykü, tam olarak yazılırken dramatik bir etki katmalı, duygulu bir tarafı olmalı... Dışarıda, dünyanın birçok yerinde çatışma... Bir romanda 'her şey'e yer verebilirsiniz: fakat bir öykü için geçerli değildir bu. Bu yönüyle roman büyük bir ambara, öykü ise küçük bir sandığa benzetilebilir.” Kitapta "Yaralı ve Pencere", "Epitaf" ve "Yeni Durum" başlıklı üç öykü daha var ki bunlar diğer öyküler arasında farklı yapısı ve 'kısa'lığıyla dikkati çekiyor. Yazarın, 'saf, kısa ve bir yandan da eğlenceli olmasını istediğim küçürek öyküler' diye tanımladığı öyküler bunlar.

           

‘Kafkavari’ diye tanımlayabileceğimiz postmodern bir dil ve hava var kitapta. Ara cümlelerin çokluğu ve dili farklılaştırma çabaları kendini gösteriyor. Yazarın kendi sesini aramasından mıdır bilinmez hemen her öyküde geçiyor 'ses' kavramı. “O bendim. Aydınlık bir caddede kaybolmuş bir sesi arıyordum; ilk orada duyduğumu da hatırlayarak; hatırlatarak.” cümleleriyle ele veriyor kendini kimi zaman bu arayış. Kimi zaman da başka öykülerdeki başka cümlelerde. Yazar, “Öykü her şeyden önce bir “ses” sahibi olmaktır/ses talebidir; bir dili “icra” etmektir.” diye boşuna söylemiyor belki de!
           

“Her Şey Hakkında Bir Öykü”... Zaman zaman temposu düşse de bir ilk kitap için oldukça ustalıklı ve etkileyici öykülerden oluşmuş. Yazarın daha nice kitaplarını okumayı ve daha nice seslerini duymayı diliyoruz. O, dili iyi kullanmaya özen gösteren bir yazar çünkü. Onun da dediği gibi, “Asıl unutulmaması gereken 'dile getiriş'tir çünkü!”

 

(Bu arada, haber vermiş olalım: Yazarın yakında öyküye dair yazılarının yer alacağı bir kitabı da çıkacak.)

 

 

HECE ÖYKÜ, Sayı: 41, Kasım 2010