Kahramanı Bizzat Bizim Olacağımız Uğraşılar Edinmeliyiz

Kahramanı Bizzat Bizim Olacağımız Uğraşılar Edinmeliyiz

 Sorulması gereken soru tahmin ettiğiniz gibi “ya sonra”dır. Diziler geçici çözümler sunabilir, başınızın ağrısını bir süreliğine geçirebilir ve sizi kısa bir süreliğine mutlu olduğunuz yeni bir dünya sunabilirler. Peki ya sonra?

Ekmel GEÇER Kimdir? 

Bingöl doğumlu olan Geçer, şu sıralar Loughborough Üniversitesi medya ve iletişim bölümünde “Türkiye’de medya ve demokrasi” adlı doktora tezini sonlandırmak üzeredir.

Aynı zamanda “bağımsız gazetecilik” yapan Ekmel Geçer’in haber ve yazıları Taraf, Today’s Zaman, Radikal, Leicester Mercury (İngiltere) gibi gazetelerde ve haber sitelerinde; makaleleri ve şiirleri Türkiye’deki birçok dergide yayımlandı.

Yazarın Medya ve Popüler Kültür: Diziler, Televizyon ve Toplum isimli eseri Okur Kitaplığı tarafından 2013 Şubat ayında yayımlanmıştır. Geçer; şimdilerde İngiltere’de yayımlanacak olan “Changing Trends in Political Communication in Turkey: The AKP Case” (Türkiye’de Değişen Siyasal İletişim Trendleri: AK Parti Örneği) eseri ve Türkiye’de yakın zamanda baskıya gireceği hedeflenen “Türkiye’de Haber Medyası ve Sorunları” ve “Halkların Buluşması: Barış Konuşmaları” adlı kitapları üzerinde çalışmaktadır.

Arapça, Kürtçe ve İngilizce bilen Ekmel Geçer evli ve bir çocuk babasıdır.

http://gencdergisi.com/resimler/veriresimleri/image/yeni%20harfler/sharfi.pngon zamanlarda en çok kullandığımız tabirlerden biri de “popüler kültür”. Size göre popüler kültür nedir, halkın seçtiği midir, halk için birileri tarafından üretilen midir?

Sorduğunuz bu soru popüler kültüre ait tartışmalarda en can alıcı olan noktalardan biri aslında. “Halk için üretilen” mi yoksa “halkın ürettiği” midir sorusu popüler kültür kaynaklarında da detaylıca incelenmiştir.

Öncelikle şunu belirtmeli ki kanaatimce, hiçbir kültürel motif tek taraflı dayatmayla oluşmamıştır. Daha anlaşılabilir bir ifadeyle hiçbir sembol yahut öğe ‘hadi bunu toplumsal yaşamın bir parçası haline getirelim’ ile ‘kültürel motif’ biçimine dönüşmez. Hatta çoğu zaman kültürel yaşamın vazgeçilmezi haline dönüşen, hayatımızın her safhasında bir şekilde karşı karşıya kaldığımız, onunla meşgul olmaktan keyif aldığımız unsurların üreticilerinin de, piyasaya sundukları motiflerin toplumsal hayatın böylesine içinde olacaklarını pek de planlamadıklarını düşünüyorum.

Popüler kültür ve diziler üzerinden giderek şöyle diyelim. Mesela son günlerde meşhur olan, reytingleri iyi olan bir diziyi, Muhteşem Yüzyıl’ı ele alalım. Sizce dizi henüz düşünce aşamasındayken, bu dizinin senaristi, yapımcısı, yöneticisi ve oyuncuları ‘muhteşem olacak, tarihçiler bizi tartışacak, başbakan bile bizi eleştirmekten geri duramayarak reytingimize katkı sunacak’ demişler midir? ‘Muhteşem olacak’ ya da ‘tarihçiler bizi tartışacak’ demiş olabilirler ancak çok ötesini, toplumsal etkileşimini, özellikle muhafazakâr modanın ve dahi çocuklara isim verme ritüellerinin diziyle değişebileceğini tahmin etmemiş olabilirler.

Ya da aynı safhaları futbol hakkında düşünebiliriz. Futbolu ilk oynayanlar; “gün gelecek para piyasası bu oyun etrafında dönecek, toplumlar ibadet yapar gibi 10 binlercesi bir araya gelerek kocaman statlarda toplanacak, futbolcuları seyredecek, gollerle sevinecek, yenilgiyle ağlayacak ve hatta maçtan sonra günlerce bizi konuşacaklar. Futbol takımı başarısı sayesinde markalaşacak, kendi ürünlerini dünya pazarında paraya tahvil edecek ve insanlar ‘Messi misin be mübarek’ diyecekler” demişler midir? Bence bu kadarını düşünmemişlerdir. Ancak futbol zamanla bir kültürel tüketime dönüşmüş ve sadece maçların değil maç sonrası değerlendirmelerin dahi saatlerce seyredildiği ve reytinglerinin yüksek olduğu bir endüstriye dönüşmüştür.

Gelelim popüler kültürün ‘nasıl tanımlandığı’na… Size; kitabı yazarken onlarca kitap okudum, makale baktım ve fakat şöyle dört başı mamur, ‘budur’ diyebileceğim bir tanımına rastlamadım desem inanır mısınız? Ama tabi her tanımda geçen kelimelerden yola çıkarak şöyle diyebiliriz:

Popüler kültürü iyi anlamak için ideolojiyi, kültürü, emperyalizmi ve gündelik hayata dair birçok öğeyi anlamlandırabilmeli. Fakat size bir motifi popüler kültür çerçevesine koyan dört temel unsuru aktarayım: Birçok insan tarafından çokça sevilmeli; genelde küresel özellikler taşımalı; temelde büyük kitlelere yönelik olmalıdır ve insanları cezp etmek için yine büyük markalar tarafından üretilen unsurlardır.

Bir popüler kültür öğesi olan dizilerin ülkemizde bu kadar çok izlenmesini neye bağlıyorsunuz? 

Tabi ‘ben bunları kitaplarımda yazmıştım’ diyerek popüler kültürün tuzağına düşmeyeceğim; yoksa düştüm bile mi? :)

Dizilerlerin bunca seyredilmesinin temel nedenlerinden biri kanaatimce izleyicileri kendi zorluklarından, kederlerinden ve gündelik yorgunluklarından kurtararak onlara yeni bir kurgusal hayat sunmalarıdır.

Söyler misiniz neden insan dizilerdeki kahramanlara daha çok vurulur? Oysa diğer karakterler de hayattan aktarmadır. Yani bu dünya Muhteşem Süleyman’ı gördüğü kadar Hürremleri de görmüştür. Cemile Hanım gerçek olduğu kadar Karolin de gerçektir. Ama izleyiciler her şeyi düzene koyan Mahir olmak isterler, superman gibi her problemin üstesinden gelen Polat Alemdar olmak isterler.

Bakmayın böyle dediğime, muhakkak Nazif Kara olmak isteyenler kadar Savcı Turgut ya da kötü adam Necdet olmayı tercih edenler de vardır ama bir anket yapsanız bunu söyleyecek az insan bulursunuz.

Bu arada verdiğim örneklerden en çok hangi dizileri seyrettiğimi anlamışsınızdır. Ama hadi anlaşalım benim favori karakterim Aşkı Memnu’daki ‘Adnan Bey’i oynayan Selçuk Yöntem’dir. Ya sizin?

Devlet politikaları, okullar, aileler yeni nesil için kalıcı çözüm üretebilmeli insanları kederlerinden uzaklaştırırken aynı zamanda üretken olabilecekleri yeni meşguliyetler sunabilmeliler. Dizi seyrederken insanlar tümüyle pasifler. Futbol seyrederken de öyle. Sürekli futbolcuları alkışlamak yerine, kahramanı bizzat bizim olacağımız keyifli uğraşılar edinebilmeliyiz değil mi?

Benim favori karakterim Ekmek Teknesi dizisindeki namaz kılan Nusret’ti. 

Bunun dışında diziler pek de üretken olmayan toplumumuz için birlikte vakit harcayacakları yeni toplanma araçları olmuşlardır. Mesela İntikam dizisi açılacak, karşısına geçilecek çörek börek yenilecek çaylar içilecektir. Karolin’e beddua okurken, yaşlılarımız Cemile’ye gözyaşı dökecektir. Ya da minik Nazif’i kaçıranlar bulunsun diye dua ederken erkeklerimiz “hadi koçum, Aslan Mahir sen bulursun o Turgut’u” diyecekler.

Dizileri insanları gündelik sorunlardan uzaklaştırdığı için bir nevi antidepresana benzetenler var. Sizce bu doğru mudur? Özellikle ülkemizde çekilen dizilere yararlı diyebilmemiz mümkün müdür?

Neden olmasın? Pekâlâ, antidepresan olabilirler. Bu da bir önceki sorunuza verdiğim cevapla yakın alakalı. Evet diziler izleyicileri belli bir süre de olsa gündelik sıkıntılarından kurtararak onları başka bir hayatla meşgul ediyorlar. Beren Saat’te, Kenan İmirzalıoğlu’nda, Çetin Tekindor’da, Kıvanç Tatlıtuğ’da ya da Tuba Büyüküstün’de varlıklarını yok ederek gerçekliklerinden sıyrılıyorlar. Bu da onlara iyi geliyor.

Burada sorulması gereken soru tahmin ettiğiniz gibi “ya sonra”dır. Diziler geçici çözümler sunabilir, başınızın ağrısını bir süreliğine geçirebilir ve sizi kısa bir süreliğine mutlu olduğunuz yeni bir dünya sunabilirler. Peki ya sonra?

İşte tam da bu nedenle devlet politikaları, okullar, aileler yeni nesil için kalıcı çözüm üretebilmeli insanları kederlerinden uzaklaştırırken aynı zamanda üretken olabilecekleri yeni meşguliyetler sunabilmeliler. Dizi seyrederken insanlar tümüyle pasifler. Futbol seyrederken de öyle. Sürekli futbolcuları alkışlamak yerine, kahramanı bizzat bizim olacağımız keyifli uğraşılar edinebilmeliyiz değil mi?

Son zamanlarda dine mesafeli diye tabir edebileceğimiz kanallarda dini figürlerin olduğu diziler yer almaya başladı. Huzur Sokağı gibi. Bu gerçekten halkın değerlerini kabul etmede bir adım mıdır yoksa bu da ‘popülist dindarlık’ ile alakalı bir tüketim oyunu mudur? 

Her ikisi de desem olur mu? Türkiye değişiyor ama muhafazakârlaşıyor mu onun için biraz daha beklemeliyiz. Düşünsenize bu toplum on yıl önce de aşağı yukarı aynıydı. Ama dindar kesim tek kelimeyle görmezden geliniyordu. Nasıl bir mantıktır ki dindar toplumun ‘ticari’ olarak dahi bir değeri yoktu.

Bizde de yeni yeni değişiyor olmasına rağmen, Avrupa’nın hemen her ülkesinde ve hemen her kurumda çalışan başörtülüler vardır. Ne oluyor? Bunu gören Müslümanlar o mağazaya giriyor ve hatta başörtülü bayanlardan hizmet almak istiyorlar. ‘Hiç olmazsa dinimize saygı duyuluyor’ diyorlar.

Yahu bizimkiler şunu bile demediler: “Bu muhafazakârlarda da para vardır; onları da hedef kitlemiz arasına koymalıyız.” Nasıl hastalıklı bir sekülerizm anlayışıysa dindarların parası dahi kabul görmüyordu.

Dizilerde de durum aynıydı. Ya mesela, Aşkı Memnu’da, Çocuklar Duymasın’ın eski bölümlerine ya da Asmalı Konağa hiç mi Ramazan gelmezdi? Hadi onu geçtik hiç mi bayram olmazdı o evlerde?

Artık değişiyor Türkiye. Bu ülkede yaşamlarını ekranda görmek isteyen dindarlar da var ve ciddi reyting alma güçleri de var. Neden olmasın? Kesinlikle ‘popülist’ bir tavır var ama fena durmuyor.

Dizilerde değişmeyen tek şey belki de aile ve onun kutsallığı. Ama sunulan aile modellerinin pek çoğu değerlerimiz ile çelişiyor. Televizyon dizileri yeni bir aile kültürü mü oluşturuyor? 

Popüler kültürün ne olduğunu konuşurken de aslında bu soruya cevap vardı. Evet, aile hep vardı dizilerde ama hep kutsal mıydı onu sanmıyorum. Nerde kutsaldı mesela? Hep ayrılmanın eşiğinde olan Çocuklar Duymasın’da mı? Çarpık bir ilişkinin olduğu Aşkı Memnu’da mı, ya da Hürrem karakterinde mi var kutsallık?

Dizi yapımcılarının yeni bir yaşam biçimi sundukları kesin. Fakat bunu bilerek yapıp yapmadıklarına dair kesinlik var mıdır yok mudur bilimsel araştırmalar gerekli. Sahi dizilere bunca eleştiri yapılırken; dizi yapımcı, yönetmen ve senaristlerinin neyi amaçladığına dair bir çalışma yapıldı mı Türkiye’de?

Gençler farkında olarak veya olmayarak dizi karakterlerinden rol kapabiliyorlar. Dizilerin şiddeti beslediğini düşünüyor musunuz? Yoksa insanlar içlerindeki şiddeti dizi izleyerek bastırıp, tatmin mi oluyorlar? 

Dizilerin bir catharsis yani psikolojik boşalma oluşturduğuna dair ciddi çalışmalar var. Şiddet sahnelerini gören izleyici böylelikle içindeki şiddet meylini dindirebilmektedir. Fakat bunun aksini de söyleyen yüzlerce örnek var. Pokemon seyredip camdan uçan çocuklar, ‘Kurtar vadisindeki Polat’a özendim’ diyen örnekler nasıl açıklanabilir?

Aslında bütün bu sorular ve cevaplar televizyon dünyasının yapısıyla ilgili. ‘Hiçbir şey beyaz ya da siyahtır’ diyemeyiz. Diyelim ki şiddet şiddete sebep oluyor; peki alternatif nedir? Televizyon kültürünü mü yok edeceksiniz? Hem şiddetin hayatın içinden olmadığını kim iddia edebilir?

Biz gençlerin iyi bir “medya okur-yazarı” olması için çaba veriyoruz. Bu bağlamda sizin gençlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Öncelikle çok okumalarını tavsiye ediyorum. Televizyonu okumasınlar, seyretsinler ama kitap okusunlar; okurken yazarla tartışsınlar kenarlarına not alsınlar. Eleştirel kabiliyetlerini artıracak meşguliyetler içinde olsunlar ve bu yönde okumalar yapsınlar. Sadece seyretmekle ya da medya içeriği okumakla yetinmeyip mesela dizilerin arka planını öğrenmeye çalışmalılar.

Muhteşem Yüzyıl’daki gerçeklikler nedir onu araştırsınlar. Senarist hangi güdülerle yazar, bir yönetmen nasıl bir estetik bakış açısına sahiptir? Bir gazeteci ne gibi zorluklarla karşı karşıyadır? Bu sorulara cevap bulmaya çalışsınlar.

Ayşegül Genç

 

Kaynak:

http://gencdergisi.com/4088-kahramani-bizzat-bizim-olacagimiz-ugrasilar-edinmeliyiz.html