Modernizme ve modern çağın dayatmalarına kafa tutan bir kitap

Modernizme ve modern çağın dayatmalarına kafa tutan bir kitap

 24 Ocak 2012

Havva Türe
[email protected]

 

 

Bir yazarın ilk kitabını eline aldığında, hissettiği acaba nasıl bir duygudur? 
Elinde evirip çevirip “
Keşke şurasını şöyle yapsaydım, keşke şunu da yazsaydım…” diye arkası gelmeyen keşkelerle kıvranıp “Mademki dönüşü yok, o zaman hemen ikincisini yazayım” gibi bir şey mi? Yoksa bir ilk çocuk gibi, uyurken seyredip “Allahım ne kadar güzel, bu benim mi?” dedirten cinsten mi? 
Maalesef, ben bu duyguyu bilmiyorum. 
Günün birinde böyle bir duyguyu yaşamayı umut ediyorum.
Ama elinizde tuttuğunuz arkadaşınızın yazdığı bir ilk kitapsa o zaman size neler hissedebileceğinizi kısaca şu cümlelerle anlatabilirim: Yüzünüzde kocaman bir gülümseme, omuzlarınızı dikleştiren bir gurur, sıcacık bir duygu.
 
Sözünü ettiğim yazarı ve kitabını, bu siteyi takip edenler yakından biliyor. 
Gülenay Pınarbaşı’nın yeni kitabı:  Anadolu’nun Ermiş Kadınları.


2012 yılında okuduğum ilk kitap.
Üstelik kitabın reklamları sitemizde dönmeye başlamadan önce ben bu kitabın hazırlandığını biliyor ve doğumunu heyecanla bekliyordum.
 
Yani aslına bakarsanız bir gün Gülenay’a dedim ki: “Bence şöyle şöyle bir kitap yazmalısın (!)" Şaka şaka!

Önce hakkında yazılan yazıları, röportajları okudum. Ve nihayet imzalı bir nüsha elime ulaştı. Bu konuda şunu itiraf etmeliyim ki yüzsüzlük edip bunu istedim ve adresim de şu dedim. 
Bir hafta sonra nihayet kitap elimdeydi. 
Sahaf tezgâhlarında görüp okşayıp, kokladığım kitaplardan fazlası var eksiği yoktu. Boyutunu baskısını çok beğendim.  Kapak beklediğimden bile iyiydi. Beklediğimden diyorum zira Diyarbakır gezisinde kapak tasarımını görünce tek kelimeyle bayılmıştım zaten.

Gülenay Pınarbaşı ile tanışalı beş altı yıl kadar oldu. Hani bazı insanlarla bir kez ayaküstü tanışırsınız ve o kişi hemen gönlünüzde kendisine bir yer açıverir. 
Arada ne mesafe kalır ne kuruntu. Gülenay’la tanışmamız sonrasında hissettiğim tek şey onu çok uzun zamandır tanıdığım duygusuydu. 
Sonra bir gün ondan mail aldım yeni bir site kurduğuna ve benimde orada yazmamı istediğine dair. 
Gerisini biliyorsunuz. Yıllar çabucak geçti gitti. 
Bu arada Gülenay bir yandan da zamanın Evliya Çelebisi olma yollarında koşmaya başladı. Ben de ara ara peşine takıldım. Müthiş keyifliydi.
Onunla gezerken en çok ne gördüm dersiniz?
 
Bingo!
Eveeet! Gülenay’la gezmeye başladığımdan bu yana bütün ömrümce gördüğümün kat ve kat fazlasıyla türbe, yatır, makam gördüm.
 
Ben ki her sıkıldığımda Eyüp Sultan Hazretleri civarında soluğu alan, İstanbul’da meftun bazı sahabeleri ve rahmetli babaannem sayesinde pek çok türbeyi gezmiş bir fani iken Gülenay’ın gezdirdiği türbelerin sayısını varın siz düşünün.
Sakın ha! Bu durumdan şikâyetçi olduğumu sanmayın.
Gerçi bazı türbelere inecek takatim kalmadığı için aracın içinden dua ettiğim vakidir. Bazen alış verişi türbe gezmeye tercih ettiğim olduysa da bu ziyaretlerin insan ruhunda meydana getirdiği umut halini asla inkâr edemem. Kitapta da vurgulandığı gibi bu türbelerin
 Anadolu’nun garip kadınlarına çaresizlikler, hastalıklar, kısırlık, geçimsizlik, evlenememiş olmak, kara sevda, ruhi sorunlar gibi hallerde tedavi edici, rehabilitasyon merkezi işlevi görmesi üzerinde durulması gereken bir konu. Bunun yanında kadınların hemcinsleri ile olan aynileşme duygularına dikkatinizi çekmek isterim. 
Aslında türbelerin tedavi ediciliği sadece psikolojik olarak etkilenme olarak açıklanamaz. Tasavvufta zikredilen Allah dostlarına bazı görevlerin verildiği ve bu zatların görevlerine ölümlerinden sonra da devam ettikleri yönündeki bilgiyi de hatırlamakta fayda var.

Kitaptaki pek çok hikâyeyi Gülenay’dan dinlemiş bir kısmını birlikte gezmiştik. 
Ama buna rağmen tuhaftır ki kitap bende karmaşık duygular uyandırdı.
Kadınların yaşadıkları çaresizlikler, maruz kaldıkları haksızlık ve zulümler karşısında Hakkın Rahmet tecellileri. Çok büyük bir korku ile karşı karşıya kalan bir kadının bazen kuş olup uçmak ya da taş olup her şeyden kurtulmak istemesi gibi.
 
Yani bir yanda ezilen kadınlar.
Diğer yanda at binen, kılıç kuşanan cengâver kahraman kızlar. Kendine danışana akıl veren, öğüt veren bilge kadınlar ve nefesiyle, dokunuşuyla, otuyla çöpüyle hastaların iyileşmesine vesile olan
 şifacı kadınlar. Cesetten kurtulup zamanı, mekânı aşanlar. Okurken en çok ilginizi çekecek karakterlerden birisi de geyik donuna giren Şeyh Ömer Dedenin kızı olacak.
Yani kişisel menkıbesini tamamlamış kadınlar.
Acaba bu iki kadın tipinden birisi olmak, bizim seçimlerimizle ne kadar alakalı? 
Bunu iyi düşünün.
Kısaca modernizme ve modern çağın dayatmalarına kafa tutan bir kitap. 
Keyifli okumalar…


http://www.kadinhaberleri.net/index.php?ctgr_id=150&yazar_view=27110