Öykü her kesimden insanın durağı gibidir

Öykü her kesimden insanın durağı gibidir

Öykü de her kesimden insanın durağı gibidir. İçindeki fırtınayı dindirmek için yola düşen de var, aradığını bulmak için yola çıkan da…

 

14.05.2010

 

Söyleşi: Asım Öz / Özgün Duruş

Yılmaz Yılmaz’ı çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanan öykülerinden ve yazılarından tanıyoruz. Bu kez bir öyküler toplamıyla geldi karşımıza Yılmaz. Salik Yola Düşünce adını taşıyan kitap aynı zamanda bir ilk kitap ve on öyküden oluşuyor. Yılmaz’la öykülerini konuştuk.

 

Bir öykücüde öncelikle merak edilen şey, neden öyküyü seçtiğidir sanırım. İsterseniz oradan başlayalım...

Ben kitap okumaya biraz geç başladım. Üniversite yıllarına kadar çok kitap okumuşluğum yoktur. Sağ olsun, üniversiteden hocam İsmail Kasap sayesinde bir ünsiyet peyda oldu kitaplarla. İnsanın nasibi böyle bir ummandan açılınca haliyle iyi kitaplarla, iyi yazarlarla tanışmış oluyorsunuz. Mesela Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Füruzan, Hüseyin Su, Ayfer Tunç, Sadık Yalsızuçanlar, Cemal Şakar gibi birçok usta ismin eseriyle tanışmama vesile olmuştur hocam. Okudukça, kırıntı miktarınca da olsa bir şeylerin biriktiğini hissediyorsunuz dimağınızda. Yani tohum okumakla atılıyorsa içinize, yeşermesi mukadder oluyor. Herkeste bu böyledir, diyemem. Bende öyle oldu. Çalakalem de olsa, konu birliği olmasa da yazdım bir vakit. Cahil cesur olur, derler ya şiir yazıp dergilere gönderdim. Sonra baktım ki her yazı öyküye evriliyor ya da onun nüvesini taşıyor. Öyküde karar kıldım. Kalem aktı mecraını buldu böylelikle.

Bir de eserlerine müptela olduğum isimler beni öykü yazmaya itti, desem yeridir. İnsan sevdiğine benzemek ister malum; daha doğrusu taklit eder sevdiğini. Bizimki de bir taklitle başladı, tahkik makamına çıkabilmektir murat. İşte, Mustafa Kutlu okudukça öyküye kaydı gönlüm. Rasim Özdenören’in kelime dünyasına girdikçe kafa karışıklığından kurtulmanın, bir denize –ummana!- kapı açmanın zorunlu olduğunu gördüm. Bu macera da böyle başladı vesselam.

İlk öykünüz hangisi ve nerde yayımlandı?

İlk öyküm, kalem alıştırması… Yayınlanmadı hatta okkalı bir fırça yedi Mustafa Kutlu’dan. Tükenmez kalemle özene bezene yazdığım Sigara İçmek adlı bir metindi, öykü diyemiyorum bakın. Mustafa Kutlu’ya göndermiştim. Kısacası “çok oku, perhiz yap” mealinde bir cevap aldım. 2002’de oldu bu.

Bir dergide yayınlanmış ilk öyküm Sâlik Yola Düşünce’dir. Mustafa Özçelik’in yönettiğiardıç dergisinde çıkmıştı. Bugün kitapta yer alan haliyle değil tabi. Biraz daha kısa. Sonradan düzenledim o öyküyü. 2006’da yayınlandı galiba.

Ustalar çok konuşuldu ve konuşulacak da. Yenilerde filizlenen genç öykücüler ve onların öyküleri üzerinde duralım istiyorum. Kimleri önemsiyorsun?

Bir defa bu genç öykücü sınıflandırılmasına hangi yaş grubunu dâhil edeceğiz, onu bilmiyorum. Mesela hala ürün veren, birkaç kitap yayınlamış yaşça büyük olduğu halde ürün açısından genç olduklarını düşündüğüm öykücüler de var. Beğenerek okuduğum, takip ettiğim öykücüler… Ben o isimleri dışarıda tutayım isterseniz.

Genç yazarlar, bilgisayar dilini özümsemiş olarak yetiştiklerinden, önlerine çıkan her şeyi kısaltmaya, imlerle göstermeye ya da nicelleştirmeye yatkın bir düşünce yapısı sergiliyor. Bunun sonucunda kestirmeden anlatan, kısaltılmış izlenimi uyandıran bir öykülemeyi yeğliyor genç yazar. Bu çerçevede sizin öykü anlayışınız nasıl bir yerde duruyor?

Değindiğiniz sıkıntı modern zamanların hız sorunu galiba… Hiçbir şeye vaktimiz yok, koşuşturmacanın, baş döndürücü bir hızın rüzgârıyla savrulup duruyoruz. Şairin ifadesiyle, durup da ince şeyleri düşünmeye kimsenin vakti yok, vakit yokluğu. Tabi bu bahane ile imlerle, kısaltmalar devreye giriyor. Tabi burada, galiba, öz ıskalandığı için murat hâsıl olmuyor. Az sözle meramı dile getirme, sözün kıymetini düşürmeden yapılır ve söze yoğun anlamlar, imgeler yüklenerek…

Küçürek öykü, tahkiyede usta ehliyetine sahiplerin işi, bizim değil. Az önce saydığımız isimler, fenafi’l öykü olmuştur diyebiliriz. Özle anlatmak onlarda güzel, biz henüz yolun başındayız.

Genç öykücülerin etkilendikleri ustalar gibi yazmaya yöneldikleri yönündeki yaklaşımlara kendi öykü serüvenin özelinde düşündüğünde hangi cevabı verirsin?

Doğrudur derim, önce taklit sonra tahkik gelir. Yanlış bulmuyorum ben bu durumu. Yani, Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören, Sadık Yalsızuçanlar gibi kalemi yetkin imzaları taklit ederek başlanabilir. Okurluğundan emin olduğum arkadaşların söylediğidir: Yoksulluk İçimizde beni adeta çarpan bir kitaptır. Onun için benim öykülerimde Mustafa Kutlu’nun etkisi vardır, kabul ederim. Güzelliktir. Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam kitabını defaatle okuduğum için bazı öykü karakterlerimde Sitare’den izler vardır belki, kabul ederim, değerdir.

Ben etkilenmeye açık biriyim. Güzel bir metin beni heyecanlandırır. Yoksulun halini, kamburun üzüntüsünü, arafta kalmışın sıkıntısını okumak insan yanımıza dokunur. Etkiler bizi.

Bu serüvenin içinde, sence öykü türünde bir dinamizm var mı? Yayınlanan son ürünler aracılığıyla, geleceğe dair düşüncelerini öğrenmek isterim.

Öykü, özellikle iki binlerle beraber daha geniş bir yayın alanı buldu. Bunda, az önce değindiğimiz gibi, öykü dergilerinin büyük bir rolü var. İyi öyküler yayınlanıyor. Hemen her edebiyat dergisi her sayısında iki üç öyküye yer vermeye başladı. Hal böyle olunca, yani dergiler öyküye daha çok sayfa ayırmaya başlayınca, yeni isimlere de yazma imkânı çıktı.

Öykü kahramanların kabaca hangi özellikleri yansıtıyor?

Onu okur söylese… Şu dünya bir han; Yunus der ki; gelen gider, konan göçer. Handa her kesimden insan olur. Öykü de her kesimden insanın durağı gibidir. İçindeki fırtınayı dindirmek için yola düşen de var, aradığını bulmak için yola çıkın da… Bu bağlamda Sâlikolmayanımız var mı?

Kitabının adından pişmanlık duydun mu?

Kitabın ismini koymakta biraz kararsız kaldık aslında. Eleştirileriyle öykülerimize emek veren Ali Görkem Userin’den fikir aldık mesela. Onun önerisiyle Eylül Korkusu isminde karar kılmıştık, ama kitabın resmi başvurusu yapıldığından ilk koyduğum isim olan Sâlik Yola Düşünce kaldı öylece.

Şöyle bir endişe vardı başta: Salt isminden hareketle kitaba mesafeli duracak bir kesim olur mu, endişesi vardı. Yani Sâlik tasavvufi bir kavram… Böyle bir şey işte… Kitap ismine sahip çıktı, değiştiremedik.

Sâlik bizim yolculuğumuzun ismi oldu, öyle de kalsın. Pişmanlık yok yani şu an.

Sentetik Çorap’ta muhafazakâr, biraz da Kutlu havası var gibi... Ne dersin?

Doğrudur. Ben severek yazdım o öyküyü… Geçmiş zaman beyefendisinin hayal kırıklığı, çaresizliği, kolsuz-kanatsız –belki de saltanatsız- kalışıdır o öykü… Sadece eskiye özlem değil, hatırlatmadır. Yoksa eskiyi özleyerek bir yere geleceğimiz yok.

Değişim, dönüşüm, kendimizi unutup yabancı hülyalarla gönül eğlendirmeler, kapılıp kalma yalan sevdalara… Kutlu üstadımızın da sorunu o, bizim de. Derdimiz ortak, tek farkla: O daha güzel ifade ediyor derdini.

Son olarak kendine açtığın alanda, söylemek istersen, projelerini öğrenmek isterim.

Bu ara sinemaya uyarlanan öykülerin filmlerini izlemeye çalışıyorum. Daha doğrusu o filmleri bulmaya çalışıyorum. Nasip olursa, kalemimiz ererse yazmayı düşünüyorum. Ulaştığım film sayısı şu an az, ama buldukça izlemeye devam ediyorum.

Bu filmlerden ilki Sabahattin Ali’nin Gramofon Avrat öyküsü… Yazıldı. Diğerlerinin bahtı açık olsun, ne diyeyim…

 

http://www.ozgundurus.com/Haber/Soylesi/14052010/Oyku-her-kesimden-insanin-duragi-gibidir.php