Öykü, maçı nakavtla kazanmaktır

Öykü, maçı nakavtla kazanmaktır

09 Mayıs 2011

Betül Kaymaz

İnsanı insana anlatan öykülerin yazarı Cemal Şakar ile sözün gücünü konuştuk…

 

Öyküye nasıl başladınız? Öykü türüne olan özel sevginizin arka planında neler var?  

Büyüyünce öykücü olacağım diye bir seçimim olmadı. Ortaokuldan itibaren düzenli kitap okuyan biriydim. Liseli yıllarımda kendimi öykü yazarken buldum. Bu anlamda roman, şiir ve öykü arasında bir seçim de yapmış değilim. Dolayısıyla türler arasında herhangi birini diğerine daha üstün görmüyorum; öyküyü sevdiğim kadar şiir ve romanı da seviyorum. Hepsinin diğerine göre farklı meziyetleri var, önemli olan bu araçları iyi kullanmaktır diye düşünüyorum. 

 

Öykü yazmak sizin için ne ifade ediyor?  

Edebiyatın insana, insanı anlatma sanatı olduğunu düşünüyorum. Benim için öykü yazmak, dünya telaşı içinde insanın unuttuğu, gaflete düştüğü ya da önemsemediği bazı olayları ve halleri öykü aracılığıyla yeniden onun gündemine taşımak. Tabii bunu yaparken öykünün bir sanat olduğunu ve her sanat türü gibi onun da imkan ve sınırları olduğunu unutmayarak, ihmal etmeyerek yazmak. Çünkü herhangi bir metni romana, öyküye ve şiire çeviren bir büyü var, önemli olan onu yakalamaktır.

 

Öykü anlayışınızın öncülleri nelerdir?  

Doğrusunu isterseniz bu konuda çok konuştuğumu düşünüyorum, tekrar etmek bana anlamlı görünmüyor. İmanın insana bir çerçeve sunduğuna inanırım, yani insanın yapacaklarını ve yapamayacaklarını belirleyen bir misaktır, iman. Hayatımızın vazgeçilmez ilkelerinin öykümü de bağladığını düşünüyorum. 

 

Konu seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Sizce her konu bir öykü olabilir mi?  

Ben, genel durumun aksine her konunun öyküde anlatılmayacağını; daha doğrusu anlatılmaması gerektiğine inanırım. Buradaki ilkem de güzelin, iyinin anılması ve yaygınlaştırılması; kötünün, çirkininse üzerinin örtülmesi gerektiğidir. Çünkü edebiyat aynı zamanda ele aldığı konuyu meşrulaştırıcı bir işleve sahip; bu noktada yazarların sorumlu olduğunu düşünüyorum; kimsenin başka birinin kulağına kar suyu kaçırmaya hakkı yok gibi geliyor bana. 

 

Sizce öyküyü, roman ve öteki yazın türlerinden ayıran en belirgin özellik nedir? Ya da ne olabilir?  

Her edebi türün kendi ‘yapım ilkeleri’ var; birçok bileşeni içeriyor, bileşenler de kıvamında bileşince ortaya o türe uygun bir eser çıkmış oluyor. Öyküyle roman arasındaki farka gelince; Poe’nun bir sözü olmalı; roman sayıyla öykü nakavtla maçı kazanır diye, bence güzel bir tanım. Ya da öykünün tek etki yaratması da unutulmamalı. 

 

En beğendiniz öykücüler kimler? 

Bu tür sorular karşısında genellikle üzerinde nerdeyse ittifak edilmiş garantili isimler sayılır. Bunları tekrarlamak bana anlamsız geliyor; ama öyküye 90’lardan sonra başlamış ve artık öyküleri tek tek kitaplaşmaya başlamış yazarlara dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum. Mesela yenilerde kitapları çıkan Nermin Tenekeci, Ömer Faruk Dönmez, Kamil Yıldız, Yılmaz Yılmaz, Güray Süngü’yü önemsiyorum.   

 

HaberKültür.Net

 

http://www.haberkultur.net/haberoku-3348-Oyku_maci_nakavtla_kazanmaktir.html