Reşit Güngör Kalkan'nın Ayraç'ta yayınlanan tekzibi

Reşit Güngör Kalkan

 

 “Ben İsmet Özel Şair…” Bağlamında

‘İntihal’in Anlamı ve Eser Üzerindeki Tesiri

 

 

 

    Reşit Güngör Kalkan

 

      [email protected]  

 

 

    Bu yazının konusu, Ayraç Dergisi’nin Aralık 2010 tarihli 14. sayısında yer alan, Selçuk Atay imzalı yazıda geçen iddialarla ilgili açıklamalar beyanındadır. Savunma refleksinden çok, önemli ayrımları, ayrıntıları konu edinmektedir. Konuyu gündeme taşıyan Selçuk Atay hakkında herhangi bir malumat sahibi değilim.  Adını, tarafımdan kaleme alınan, ‘ben ismet özel şair - bir portre denemesi-’ isimli kitabım hakkında serdettiği yazı vesilesiyle ilk defa duyuyorum

    Selçuk Atay, kitabımdan alıntıladığı bir paragrafta: “Yazar, önsözüne kültür söz konusu olduğu zaman edebiyatın, toplumsal yapı üzerinde düşünme, değişme, bütüncül olarak başat değerler üretmesine daha çok etkide bulunduğunu kabul etmemek için hiçbir gerekçe olamaz diyerek başlar.” diyor. Cümlenin doğru biçimi;  kültür söz konusu olduğu zaman edebiyatın, toplumsal yapı üzerinde dönüşüme, değişime, bütüncül olarak başat değerler üretmesine daha çok etkide bulunduğunu kabul etmemek için hiçbir gerekçe olamaz şeklinde olmalıdır. Altı çizili satırların, yazıdaki anlamı büsbütün değiştirdiği su götürmez bir gerçek. Bu şekilde Atay’ın kitabı ‘nasıl’ okuduğuna dair bir fikir edinmemiz de mümkün olabiliyor.

    Bir başka paragrafından: “Kapağında ‘bir portre denemesi’ olduğu belirtilen bu çalışma, İsmet Özel’in aile çevresini, çocukluk-gençlik-olgunluk devirlerini, şairliğini ve siyasi düşüncelerini bir arada ve mümkün olduğunda kronolojiye uyarak anlatmayı amaçlar. Yazarın dâhil olduğu edebî muhitler, siyasi düşüncelerle ve edebi düşünceler ile birlikte verilmeye, bunlar arasında bağlantılar kurulmaya çalışılır. Bu yapılırken şairin otobiyografik eseri olan Waldo Sen Neden Burada Değilsin?’i, şairle yapmış olduğu söyleşiyi ve kendisinden önce yapılmış söyleşileri, gazete-dergi yazılarını, şairin nesir ve şiir kitaplarını bol bol kullanarak metnine sağlam bir dayanak bulmayı amaçlar. Bu konuda ne kadar başarılı olduğunu tartışmayacağım.”

    İyi niyetli olarak yorumlamak istiyorum; 2003 yılında İsmet Özel’in bütün süreli yayınlarda ‘bundan böyle yazmama’ kararı alması sonrası yapılan değerlendirmeler, 2004 yılında bu konuda önemli bir boşluk olarak gözüktü bana. Detaylı, temelli, ciddi bir çalışma süreci yaşadım. Şairin otobiyografik eseri olan ‘Waldo Sen Neden Burada Değilsin?’i, şairle yapmış olduğum söyleşiyi ve benden önce yapılmış söyleşileri, gazete-dergi yazılarını, şairin nesir ve şiir kitaplarını kullanarak metnime elbette sağlam bir dayanak bulmayı amaçladım. Şu an itibarıyla alanında yapılan son çalışma bu. 2008 yılında yayınlanan İbrahim Tüzer’in kitabı sonrası, İsmet Özel’in hayatı elbette bitmiş değildi. İki yıllık süre içerisinde şair, konferanslara, dernek faaliyetlerine, şiir yayımlamaya devam etti. Aradaki süreye dikkat çekmek istiyorum.

    Kitabın önsözünde belirttiğim, “kitap boyunca göze çarpabilecek hataların, bilgi yanlışlarının tüm iyi niyetlere karşın eleştiri düzeyi göz önünde bulundurularak değerlendirileceğini umuyorum” şeklindeki ifademi esas alarak, iddia sahibi yazısında görebildiği hatalar üzerinde durmaya çalışacağını yazıyor. Devamında şunları söylüyor: “İlk bölüm ‘Kayseri-1944’ başlığını taşısa da eğitim durumu vesilesiyle Kastamonu, Çankırı, Ankara ve bu okullardaki başarı durumu üzerinde genişçe durulur. Şairin ‘iyi bir öğrenci sayılmam’ sözünün içini yazar, gerek yazıları gerekse şaire ait verdiği karnelerin resimleri ile doldurmaya çalışır.” Bu kısmı tekrar etmeliyim; “…şaire ait verdiği karnelerin resimleri ile doldurmaya çalışır.” cümlesinde gözden kaçırılmaya çalışılan çok önemli ayrıntılar bulunmaktadır. Altını çizdiğim ve Türk edebiyatında ilk defa yayımlanan İsmet Özel’in karneleriyle birlikte sınıf geçme defterinin ve o döneme ait fotoğraflarının bulunduğu sayfalar için söz konusu kitabın yazarı tam iki yıl mücadele vermiş, yazışmalarda bulunmuş ve bu belgeleri gün yüzüne çıkarmıştır. İbrahim Tüzer’in kitabında görsel unsurlar bir tarafa İsmet Özel’in dersleri, notları bağlamında önemli ayrıntılar maalesef bulunmuyor. Ayrıca yine benim çalışmamda yer alan ve ayrı bir bölüm halinde işlenen İsmet Özel’in Sosyalizm-İslâm-Türklük mecrası içerisinde gelişen olaylar ve İsmet Özel’in eserleri bağlamında ciddi bir duruş sergileyen şairin düşünce serüveni de yine Tüzer’in kitabında yer vermediği önemli ayrıntılar. Bu önemli ayrıntılar göz önünde bulundurulmalıdır.

    Atay’ın sözünü ettiği ve kitabımda yer alan Siyasal Bilimler Fakültesi, Fikir Kulüpleri Federasyonu, Halkın Dostları ve İsmet Özel’in ihtidası ve şahsiyeti konusunda, tam 100 sayfalık bölüm bir tek sayfada üstünkörü özetlenerek geçilmiş. Oysa ciddi bir alaka uyandırdığı kesin olan bu bölümün ayrıntıları biyografinin derinliğine haiz konular olarak Tüzer’in kitabında yok. Atay’ın kaleme aldığı yazının dördüncü sayfası oldukça ilginç bir ithamla başlıyor: “…Reşit Güngör Kalkan’ın Üç Mesele etrafında söyledikleri hariç tutulursa İbrahim Tüzer’in kitabının mikro planda (üstelik çoğu zaman yanlışlarla dolu) bir kopyası olduğu okuyucu tarafından daha rahat olarak görülsün istedim.”

    Şimdi, sayfa sayfa aktarıyorum; İbrahim Tüzer’in çalışmasında İsmet Özel’in biyografisi tam 68 sayfa tutuyor. Benim çalışmam da ise tamı tamına 218 sayfa. Bölümlerde ise, İbrahim Tüzer’in yayın faaliyeti başlığı altında, Halkın Dostları ile ilgili yazdıkları sadece 7 sayfa. Benim çalışmamda ise bu bölüm 37 sayfa olarak yer almış.  İbrahim Tüzer’in şiirleri ile ilgili yazdıkları tamı tamına 433 sayfa. Benim çalışmamda ise bu bölüm 52 sayfa olarak yer alıyor. İbrahim Tüzer’in İsmet Özel’in Aile Çevresi ile ilgili yazdıkları 3 sayfa. Benim çalışmamda ise bu bölüm 8 sayfa olarak yer almış.  İbrahim Tüzer’in İsmet Özel’in çocukluğu ve gençlik yılları ile ilgili yazdıkları 30 sayfa tutuyor. Benim çalışmamda ise bu bölüm 86 sayfa olarak yer almış.  İbrahim Tüzer’in İsmet Özel’in ihtida süreci ile ilgili yazdıkları 9 sayfa. Benim çalışmamda ise bu bölüm 23 sayfa olarak yer almış. İbrahim Tüzer’in İsmet Özel’in ihtida süreci sonrası ile ilgili yazdıkları 9 sayfa. Benim çalışmamda ise bu bölüm 33 sayfa olarak yer almış. Ayrıca belirtmeliyim, Tüzer’in İsmet Özel’le yapmış olduğu söyleşilerin kitaptan çıkartılması durumunda çalışma biyografi bölümü olarak söylüyorum, sadece 30 sayfa tutuyor. Yani Tüzer’in çalışmasında benim yaptığım türden biyografiye yönelik bir derinlik yok. Sadece söyleşi var, o kadar. Benim çalışmam zaten biyografiye haiz bilgiler ihtiva ediyor. Dolayısıyla nasıl bir ‘intihal’ yapmışım, cevap yok. Şiirleri bölümünde ise Tüzer’in çalışması elbette başlı başına bir emek mahsulü olarak ortada duruyor. Bu bölüm, (şiirleri) benim çalışmamda esasa müteallik bir kaygı taşımamakla birlikte bütünlük olarak yer vermeye gayret gösterdim. Takdir okuyucunun elbet.

    Paragrafın başındaki cümleye geri dönelim. Ne diyordu Atay: “İbrahim Tüzer’in kitabının mikro planda (üstelik çoğu zaman yanlışlarla dolu) bir kopyası olduğu…” Az önce verdiğim sayfa sayılarına münhasır sıralama, yapılan çalışmaların iddia sahibinin ifadesiyle benim çalışmamın mikro plan olarak görülüyor olmasını hangi değer ölçütlerine göre yaftalamaktadır? Mikro plan dediğiniz kavram, içe doğru mu yoksa dışa doğru mu incelenmektedir? Ayrıca, ‘üstelik çoğu zaman yanlışlarla dolu’ ibaresinin bir zemini, ne bileyim birkaç örneğinin bulunması gerekmez miydi? Yazısında yer vermemiş. Açıkçası yazarın tavrı yazısının başından bu yana benim çalışmamı mahkûm etmeye yönelik bir vicdan husule getirilerek kaleme alınmış. Habere konu olması, İbrahim Tüzer’in haber sonrası beyanatı bu bağlamda değerlendirilmelidir.

    Yazının ikinci paragrafı, İbrahim Tüzer’in çalışmasında geçen İsmet Özel’in annesi ve babası arasındaki yaş farkını göz önünde bulundurarak, iddia sahibi tarafından benim de çalışmamda geçen aynı minval üzerindeki ayrıntıyı heyecanla karşılaştırma eğilimine girdiği görülüyor. Alıntılıyorum: “Reşit Güngör Kalkan da aynı noktaya temas etmektedir. İbrahim Tüzer’in kitabından haberdar olduğundan emin olduğumuz Reşit Güngör Kalkan’ın farkında olmadan etkilendiğini varsaymakta bir beis görünmemektedir.” Bu nokta akılda tutulsun lütfen, birazdan dönüş yapacağız çünkü. Alıntıya devam ediyorum: “Yine kitabın 220’nci sayfasında bu yaş farkından hareketle az yukarda hiç olmazsa şekilsel olarak yaklaşabildiğini belirttiğimiz yazar tamamen farklı bir yorumla ‘[bu] yaş farkı çocukluk dünyasının erken yaşta derlenip toparlanmasına, olgun bir hüviyet kazanmasında büyük bir etken olduğu psikolojik bir gerçeklik barındırmaktadır’ demekte (cümlenin kuruluşundaki hatayı bir kenara bırakarak), fakat bu ‘psikolojik bir gerçeklik’i açıklayamayacak birikimde olduğunu da göstermiş olmaktadır.”

    İlk cümleye eğilelim, “İbrahim Tüzer’in kitabından haberdar olduğundan emin olduğumuz Reşit Güngör Kalkan’ın farkında olmadan etkilendiğini varsaymakta bir beis görünmemektedir.” Türkçesi, iddia sahibine göre İbrahim Tüzer’in çalışması çok çok özel bir alanı işaretliyor. Öznel bir yaklaşımdır, olabilir. Zaten yazıdaki istihza kokan cümleler, peşin bir niyeti ortaya koyuyor. Gelişim doğrultusunda her iki kitabın da alanı önemli ölçüde farklılık arz ediyor. İbrahim Tüzer’in yoğunluklu bir biçimde İsmet Özel’in şiirleri üzerinde durması, şiirlerinin arka planına, psikolojik vurgularına dair derinlikli olarak eğilmiş olması, işaret ettiği (Şiire Damıtılmış Hayat) alan/bölüm açısından incelikli, hassas, alan bilgisini önceleyen bilgi birikimi gerektiriyor. Fakat benim çalışmamın İsmet Özel’in hayatı noktasında şiir bölümü de dâhil olmak üzere böylesi bir ayrıntı ile hem alan hem de ortalama okur profili açısından bir takıntı taşımadı. Çünkü akademisyen değil sivil bir yazarım. Diyor ki Atay: “İsmet Özel’in o meşhur ‘kadirşinas itaatsizlik’, ‘tevarüs edilmemiş asalet’ hakkında söyledikleri her iki kitapta da sık sık geçmektedir. Reşit Güngör, kitabın pek çok yerinde yaptığı gibi bu konuda da oldukça yoğun bir şekilde İbrahim Tüzer’in kitabından “etki”len’miştir.”

    Yanılmıyorsam mesele, yazının başında ‘intihal’ idi. Atay’ın  ‘intihal’i merkeze alan yazısı ‘etki’de karar kıldı. Acaba ‘intihal’ mi yoksa ‘etki’ mi? Çalışmam boyunca, elimden geçen binlerce sayfayı, yüzlerce kaynağı, onlarca görsel malzemeyi tasnif etmeye çalıştım. Titizliğimi ispat etmek gibi bir zorunluluk hissi taşımamama rağmen, samimiyetimin ifadesi olarak bilinmesini isterim ki özellikle Gerçek Hayat dergisinde yayımlanan söyleşileri kaynak olarak kitabıma dâhil ederken belgeleri karıştırmış olmam elbette mümkündür. Çalışmanın zorluğu İsmet Özel gibi özel bir isim etrafında cereyan edince, elbette kaynaklara ulaşma, işaretleme, bölümleme, seçme vb. ayrıntılarda istemeden de olsa gözden kaçan nüans farklarının olması ihtimal dahilindedir. Atay’ın, İbrahim Tüzer ve kitabı ile ilgili olarak çalışmamda sözünü ettiği eksiklikler bu açıdan değerlendirilmelidir. Kaldı ki kaynak belirtilmeden elde edilmiş bilgiler de bu minvalde değerlendirilmelidir. Yani ele alınan konu herhangi bir organda yayımlanmamış ama kitap dolayısıyla bu bilgilere biz yer vermişiz. Hata mı etmişiz yani? Atay, ilginçtir ki yazısında benim Tüzer’in kitabından herhangi bir bölümü alıntıladığımı göstermekten çok, (yok çünkü böyle bir şey) ‘hatalı’, ‘yanlış’, ‘basit’, ‘önemsiz’ gibi istihza kelimeleri kullanmayı tercih ediyor.

    Konu ile ilgili çok yorum var. Fakat Kaan Uysal şunları söylüyor; “Esinlenme etkilenme öykünme anlamsal ve biçimsel aktarım çalım sanatı (intihal aparma çalım ve tevarüd) gibi alt başlıklara ayrılabilecek hayli geniş bir alanda hareket ediyoruz. Buna postmodern edebiyatın pastiş kolaj ve parodi gibi öğeleri de eklenince işimiz daha da güçleşiyor. Julia Kristeva "Herhangi bir metin bir alıntılar mozaiği olarak inşa edilmiştir; bir metin öteki metnin özümsenmesi ve dönüşmesinden başka bir şey değildir" der. Bakhtin'in ne düşündüğünü ise biliyoruz: ‘Ona göre bütün metinler sürekli bir söyleşim halindedir. Hal böyle olunca bütün dünyada olduğu gibi edebiyatımızda da genellikle tanınmış kimi yazarların adı etrafında yaşanan tartışmalara tanık oluyoruz’.”

    Yine ilgili yazıda: “Reşit Güngör Kalkan’ın kaynakçasında İbrahim Tüzer’in İsmet Özel ile ilgili 5 makalesinin künyesi yer alıyor. Fakat makalelerin içeriği itibarıyla benzer konular, kitap içerisinde işlenirken Tüzer’in çalışmalarına atıfta bulunulmuyor ve kaynakçada yer alan bu makalelerden nasıl faydalandığına dair herhangi bir dipnot yer almıyor.”

Öncelikle şu cümleyi irdelememiz gerekiyor, “...makalelerin içeriği itibarıyla benzer konular, kitap içerisinde işlenirken…” Sözü edilen benzer konular acaba çalışmamın hangi bölümlerinde ve ne türden bir benzerlik taşıyarak işlenmiş? Bu ve bunun gibi iddiaların örneklerinin gösterilmesi ‘ispat’ın mantığını kuvvetlendirmesi noktasında önemli bir ipucu teşkil etmez mi? Etmezdi çünkü Atay ciddi bir kasıt ve işgüzarlık dolayımında yaklaşmış meseleye. Ortada intihal yok ama işgüzarlık var. Ayrıca bu makalelerin kaynak gösterilmemiş olması terennümü ise kesinlikle imkân haricinde bir olay. Çünkü İbrahim Tüzer’in söz konusu makalelerini kesinlikle okumuş değilim. Dolayısıyla herhangi bir biçimde İbrahim Tüzer’in kitabından hangi bakımdan etkilenmiş olduğum konusunu her iki kitabı da okuma kararlığını gösterecek okura bırakmak istiyorum. Şu soru sorulabilir, öyleyse kaynakçada belirttiğin makaleler ne anlama geliyor? Evet, kitabın kaynakça olarak gösterilen bölümü dikkatlerden kaçan bir ayrıntı olarak bir ara başlıkla sunulmuş durumda. Yani kaynakça ve bibliyografya aynı düzlemde yer alıyor. Bu bölüm, dikkat edilsin lütfen, İsmet Özel Hakkında Yazılar başlığı altında, İsmet Özel hakkında şimdiye kadar kalem oynatmış isimleri bir arada göstermeyi amaçlamıştır. Yani bir şekilde yararlandığımız veya sadece İsmet Özel hakkında yazmış isimleri bölüme dâhil ettim. Yoksa iddia edildiği gibi kendime mal ettiğim en küçük bir ayrıntı dahi söz konusu değil. Sözgelimi Necip Fazıl’ın, Cemil Meriç’in, Nurettin Topçu’nun biyografisini sunan onlarca eser olduğu halde, bu çalışmaları ortaya koyan yazarları ‘benzer çalışma yapmışsın, olmaz’ diyerek geri mi çevireceğiz? Eğer İbrahim Tüzer’in eserine veya kişiliğine karşı gizli bir husumetim veya farklı arazlar bulunsaydı gerçekten hiçbir şekilde ismini zikretmeye de bilirdim. Ha, bu tavır onun kişiliğinden, şahsiyetinden veya ortaya koyduğu çalışmasından bir nitelik kaybı yaratır mıydı? Elbette yaratmazdı. Eğer bahse konu edilen ‘intihal’, İbrahim Tüzer çalışması dolayımında irdelenen konuya münhasır gösterilsin, bir erdem saydığım özrü, Tüzer’den dilemekten hiçbir şekilde imtina etmem.

    Yedinci sayfanın ilk paragrafını olduğu gibi alıntılıyorum: “İsmet Özel’in Yelken dergisinde yayımlanan ilk şiiri hakkında İbrahim Tüzer, herhangi bir açıklama ihtiyacı hissetmeksizin Ocak 1963 (Tüzer: s.69), şeklinde tarih belirtirken (Tüzer’in kitabının akademik kaygılarla yazıldığını, dolayısıyla eğer dikkat ve ikaz edilmesi gerekseydi Tüzer’in dikkat çekeceğini kastediyorum) Reşit Güngör Kalkan, bu yayımlanma tarihinin birçok kaynakta, hatta “Waldo Sen Neden Burada Değilsin” de dâhil olmak üzere Eylül 1963 şeklinde geçtiğini; doğrusunun Ocak 1963 olması gerektiğini (bilinmeyen yeni bir şeye dikkat çekiyormuş iddiası ile) söylüyor (Kalkan: s.62). Tüm söylenenler yanında akademik kaynakların doğru şekilde gösterdiği tarihi acaba Reşit Güngör Kalkan hangi kaynaklara kaynak diyerek ikaz ihtiyacı hissetmiştir?”

    Bu çalışmaya başladığım tarih olan 2004 yılı itibarıyla ortada İsmet Özel hakkında Osman Çutsay’ın ve Hasan Aktaş’ın çalışması dışında müstakil bir çalışma vücuda getirilmiş değildi. Dolayısıyla Atay’ın iddia ettiği gibi İsmet Özel’in ilk şiirinin Ocak 1963 yılında Yelken dergisinin 71. sayısında yayımlandığı hemen hiçbir yerde yazılmış, dile getirilmiş değildi. Atay’ın da yazmış olduğu haliyle Waldo Sen Neden Burada Değilsin’ de dahi Eylül 1963 olarak belirtiliyordu. Bu durumda benim söz konusu bilgi yanlışlığını hüsnü niyetle tespit edip açıklamış olmamdan daha tabii ne olabilir?

    Aynı konuya müteakip Atay’ın ilerleyen sayfadaki ve benim çalışmamda s.62’de bulunan kısmın, tırnak işareti bulunduğu halde kaynak gösterilmemiş olması ise tamamen maddi bir kazadan ötürü meydana gelmiş olup kesinlikle başka bir niyet gözetilmiş değildir. Yani Atay’ın sıkıntısı bu açıdan eleştiri merkezli olarak klik oluşturmadan değerlendirilebilir. Fakat anarşizme varan bu eleştiri biçimi ağır tahrikler içeriyor. Şayet art niyet taşımış olsaydım tırnak işaretini özellikle kullanmaz ve kendime mal etmekten utanmaz sıkılmazdım. Gözden bile isteye kaçan/kaçırılmış bir durum değil bu. Yine aynı sayfada yer alan ve biri bana diğeri İbrahim Tüzer’e ait paragrafları alıntılayarak yorumu okura bırakıyorum. İlk paragraf İbrahim Tüzer’in çalışmasından:

 

    “Amentü şiirinden sonra 1975 yılının Ocak ve Şubat aylarında yine Diriliş dergisinde yayımlanan ‘Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi’ ve ‘İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır” adlı metinler, şairin henüz tam olarak sorgulama sürecini geride bırakmadığının bir ifadesi olarak anlaşılabilir.” [Varoluşsal sıkıntının bittiği metinlerin 6 yıl sonra yazılacağını ilerleyen satırlarda belirtiyor.] (Tüzer: s.155)

 

    İkinci paragraf ise benim çalışmamdan:

 

    “Şair bütünüyle yaralı, kızgın, umutsuz ve açıkçası hayata karşı tavır sahibi ve bitmemiş düşünce sırlarıyla varoluş sıkıntısını birlikte omuzlamış görüntüsündedir. Bununla birlikte Özel’in arayışındaki başat öğe olan ontolojik kaygı çözüme kavuşmuş gibi gözükse de bireysel duyarlılık açısından Özel’deki yalnızlık duygusu devam etmektedir. Bu duygu biçimi İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya Sen Gel Ya Beni Oraya Aldır, Akdeniz’in Ufka Doğru Mora Çalan Mavisi ve hatta daha önemlisi olan Mazot şiiri üzerinden açıkça okunabilmektedir.”

    Atay’ın sayfada yaptığı bu karşılaştırmadan kasıt, iki metin arasında (elbette benim yazdıklarım merkeze alınarak) bir benzerlik, bir paralellik kurmak isteğinden başka bir şey değil. Yorum okuyucunun…

    Doğrusu, Atay’ın benim çalışmamı hangi edebi ölçütü göz önünde bulundurarak okuduğunu anlayamadım. Bu açıdan çalışmamda bırakın ‘intihal’ yapmayı, sözü edilen İbrahim Tüzer’in kitabı ile bir bağ kurulması bile bu yönüyle imkânsızdır. İmkânsızdır çünkü İbrahim Tüzer’in çalışması dil, üslup, biçim, teknik, yaklaşım, eleştiri vb. nokta itibarıyla büsbütün ayrı bir seyir izlemektedir. Öncelikle İbrahim Tüzer’in kitabı akademik kaygılar eşliğinde kaleme alınmış, İsmet Özel’in şiirleri dolayımında esasa müteallik bir alanı oluşturuyor. Kavramların dili, arka plan fotoğrafları, kaynakların kullanımı vb. açılardan disiplinlerarası bir çalışma. Fakat benim çalışmam bu kaygılardan çok, ‘disiplin’ kelimesinin İsmet Özel gibi bir isim söz konusu olduğunda ne anlama geldiği üzerinde geniş bir kaynak taramasının yapıldığı, İsmet Özel’i bütün yönleriyle ele almayı amaçlayan ve okuyan herkesin anlam düzeyi göz önünde bulundurularak bu yönlü kaygılar taşıyan bir eser oldu. Ayrıca İbrahim Tüzer’in kaynakları ile benim kitabımda geçen kaynaklar açısından dahi paralellik arzetmeyen bir durum sözkonusu. Yani Tüzer’in kaynakları çoğu yerde benim atıfta bulunduğum, işaret ettiğim kaynaklarla hiçbir şekilde örtüşmüyor bile.

    Atay’ın iddia ettiği türden bir suçlama yapılacaksa eğer, bütün biyografilerde benzer bir durum bu yönüyle vardır ve öyleyse bu anlamda kalem oynatan bütün biyografi yazarları bu suçlamaya maruz kalacaktır. Necip Fazıl hakkında onlarca biyografi yazılmıştır ve bütün çalışmalarda onun bir konakta doğup büyüdüğü yazılır. Kimse şimdiye kadar çıkıp da Necip Fazıl’ın çadırda doğup büyüdüğünü iddia etmemiştir, edemez de. Benzerlik az önce sıraladığım yönleri itibarıyla iki kitap arasında bir mümkünlük taşımıyor. Atay’ın iddiasının aksine biyografi kitapları çok fazla bir yeniliği barındırmazlar. Yani İsmet Özel’in veya bir başka kişinin hayatını bir eser üzerinden yeniden dizayn etmek kimin ne haddine? 

    Benim açımdan bu mesele, konunun esasına dair bir ipucu sunmuş ise şayet kapanmıştır. Yok eğer, bu ‘intihal’ meselesi, bir suçlama şeklinde çalışmam dolayısıyla şahsıma yönelik bir tehdit unsuru olarak devam edecekse, yasal yollar neyi gerektiriyorsa gereğini yapmaktan bir adım geri durmayacağım bilinmelidir. Çünkü söz konusu ‘intihal’ suçlaması, gayrı ciddi iddiadan öte bir anlam taşımamaktadır.

    Ha, kendi çalışmam üzerinden şunları açık yüreklilikle söylemeliyim ki birtakım maddi kazalar, gözden kaçan incelikler olabilir. Bu kazalar kitabın basımı öncesi ve sonrası açığa çıkarken farkına varamadığım, hiçbir kasıt, art niyet taşımayan ve benim açımdan insani hassasiyetleri zedelemediğine inandığım hatalardan oluşmaktadır. Örneğin İbrahim Tüzer’in kitabında geçen ve Gerçek Hayat dergisinde yayımlanan söyleşiden tespit edebildiğim kadarıyla üç kısım kitabımda tırnak içerisinde gösterilmiş olduğu halde kaynak belirtilmemiş. Lütfen dikkat, yani alıntıdan alıntıyı kitabıma dahil ederken gözden kaçırdığım bir incelik olarak kaynak belirtmeyi gerçekten ve hüsnü niyetle unutmuşum. Bunu samimiyetle ifade etmek istiyorum. Bu durum eğer bir kusur olarak değerlendirilecek ise, benim kitap boyunca eleştirileri göğüslemeye çalışacağım bir ayrıntı olacaktır. Fakat özellikle söylüyorum, İbrahim Tüzer’in kitabından benim kitabıma aktarılmış bir tek cümle mevcut değildir. Yani, kaynak gösterme sıkıntısını bu manada kullanıyorum. Ayrıca İbrahim Tüzer’in kitabını, benim çalışmamda sayfa 225’te bulunan dipnotta belirtmişim. Bu yaklaşım, en azından iyi niyetimizin hassasiyet taşıyan bir örneği olarak değerlendirilebilir. Yine kaynakça bölümünün İsmet Özel Hakkında Kitaplar başlığı altında İbrahim Tüzer’in çalışmasını göstermişim. Aynı şekilde yazının ilk bölümlerinde açıkladığım gibi Kaynakça bölümünün İsmet Özel Hakkında Yazılanlar başlığı altında İbrahim Tüzer’in yayımlanan beş makalesini de dâhil etmişim. Burada sanırım sıkıntı şu; Kaynakça olarak belirtilen bölüm bibliyografya olarak geçebilirdi. Fakat bu yönüyle tercihimiz, iyi niyetli bir girişim olarak değerlendirilmelidir. İki kitap dolayımında gerçekleşen haber ve haber sonrası yorumlar umuyorum ki edebi kamuya bir fikir vermiştir. Saygılarımla…

 

 

    Editör’ün Notu:

    Ayraç’ın 14. sayısında Selçuk Atay imzasıyla yayınlanan yazı, İbrahim Tüzer ve Reşit Güngör Kalkan’ın kitaplarını karşılaştırıyor ve Kalkan’ın kaynak belirtmeden Tüzer’in kitabından alıntılar yaptığını iddia ediyordu. Yazı bize ulaştığında, başlığında “intihal” kelimesi de geçiyordu. Ancak editöryal bir kararla, başlıktan böyle bir iddiada bulunmanın yanlış olduğunu düşündük ve değiştirdik. Selçuk Atay’ın görüşü Ayraç Dergisi’nin resmi görüşü değildir. Ancak yazı yayınlandıktan kısa süre sonra, bir internet sitesi İbrahim Tüzer’le de görüşerek haber yaptı. Tüzer, “Gerekirse dava açarım!” gibi bir cümle kullandı. Ne yazı yayınlanırken, ne de sonrasında İbrahim Tüzer’le bu konuda konuşmadık, ancak olaya bizim de ismimiz karıştı. Evvela, yazı yayınlandıktan ve haber olduktan sonra bizimle hiçbir ilgisi olmadı. Biz, bir analizi yayımlamak istedik. Bizim maksadımız, aynı konu üzerine yazılmış iki kitabı karşılaştırmak ve bazı kuşkulara kapı aralamaktı. Bu tarz yazıları yayınlarken derginin resmi görüşü olarak sunmuyoruz zaten. Mesele, Selçuk Atay’ın böyle bir yazıyı yazması ve yayımlanmasından ibaret olduğu halde, dallanıp budaklandı.

    Kısa süre sonra Reşit Güngör Kalkan’dan cevabî bir yazı geldi. Bunu seve seve yayınlayacağımızı belirttik. Ancak ilk gönderilen yazıda, uzun izahatlar ve bazı iddialar vardı. Reşit Bey’e yazıyı geri gönderip, yayınlamak istediğimizi ancak kısaltmasını -ayırabileceğimiz sayfa sayısının Selçuk Atay’ın yazısının sayfa sayısıyla örtüşmesini istediğimiz için- ve bahsedilen iddiaları çıkarmasını talep ettik. Aşağıda yazının son halini okuyacaksınız. Gerek internet sitelerindeki iddialar, gerekse Reşit Bey’in muhtemelen düşündüğü şeylere kısaca cevap vermek istersek: Dergimizin “danışma kurulu” (İbrahim Tüzer de bir üyesidir) zannedildiği gibi dergiye son şeklini veren bir yer değildir. Ayraç’ta dışarıdan gelen yazıların da değerlendirildiğini her sayıda duyuruyoruz. Selçuk Atay’ın yazısı da onlardan biriydi. Biz, bir gazete değiliz. O nedenle de gelen her yazı için muhataba anında danışmak gibi bir zorunluluğumuz yok. Burası, yazı dünyasıyla ilgili bir mecradır ve belli kriterleri içeren yazıları da yayınlamak istiyoruz. Selçuk Atay’ın yazısı, Reşit Güngör Kalkan’a bir cevap hakkı doğurmuştur ve bu yazı da onun neticesidir. Yazı, Ayraç’ın “organize” bir eylemi değil, yazarın kendi inisiyatifidir. Biz, bir cemaat değil, dergiyiz. Her yazarın da kendi şahsiyetiyle burada olduğunu bu vesileyle bir kez daha hatırlatalım istedik.

 

 

Ayraç Dergisi 15. Sayı Ocak 2011