‘Ruhum kar altında toprak gibi’

‘Ruhum kar altında toprak gibi’

 KEMÂL YANAR

09 Kasım 2011

 

Arif Ay’ın bir süredir “Bağdat’a Dönen Şiirler” üst başlığıyla yayımlanan şiirleri, Şiirimin Şehirleri adıyla kitaplaştı. İslam coğrafyasının tarihsel öneme sahip tüm şehirlerinin sırayla dile geldiği yapıtta, belli bir kurgusal tarihin, nostaljik yüceltmenin izlerine tanıklık ediyoruz.

 

ŞİİRİMİN ŞEHİRLERİ, ARİF AY, OKUR KİTAPLIĞI, 96 SAYFA, 9 TL

--------------------------------------------------------------------------------

 

Nostalji düşüncesi, kişide sahte bir duygusallık ve özlem yaratır çoğu zaman. Geçmişin büyülü uzaklığı, ‘şimdi’nin kaotik gerçekliğiyle mukayese edilerek, olumlanır. Oysaki yaşanan an ile hayal ettiğimiz geçmiş arasındaki mesafe, sıklıkla, rüyalarımızdan ibarettir. Tanığı olduğumuz, yaşadığımız şimdinin tahayyülümüzdeki arabıdır tarih. Şehirler gül kokar, insanlar dosttur, kelimelerin değeri altın pahasıdır. Bugünün tüm karanlığı, “orada/ uzak geçmişte” aklanır. Zihinde yeni bir gerçeklik uzamı oluşturulur ve olumlu görülen her şey o fotoğrafa aktarılır. Oysa Zaman, tek bir şey söyler daima: “Çok yaşlıyım/ binbir gecelerden geçtim/ masallar kadar yorgunum” (“Şam Konuşuyor”).

 

    Şiire 70’li yıllarda, Edebiyat dergisi çevresinde başlayan Arif Ay’ın, bir süredir “Bağdat’a Dönen Şiirler” üst başlığıyla yayımlanan şiirleri, Şiirimin Şehirleri adıyla kitaplaştı. Geçtiğimiz yıllarda bütün şiirlerini bir araya getiren Güne Doğan Koşu’yu yayımlayarak yapıtına toplu halde bakma imkânı veren Ay’ın; kültürel ve dinsel alanın imge dağarcığını benimseyen poetikası, bu kitapta kendine yeni bir alan açıyor. İslam coğrafyasının, tarihsel öneme sahip tüm şehirlerinin sırayla dile geldiği yapıtta, belli bir kurgusal tarihin, nostaljik yüceltmenin izlerine tanıklık ediyoruz.

 

İslam’a başkentlik yapmış şehirler

 

Sunuş yazısında kitaba dair şunları söylüyor Arif Ay: “Bu şiirler Bağdat’ın yakılıp yıkıldığı, işgal edildiği günlerde yazılmaya başlandı ve ‘Bağdat’a Dönen Şiirler’ adıyla yayımlandı. İslam’a başkentlik yapmış şehirler Bağdat’ın acısına ortak edilerek konuşturuldu. Bu konuşma ve sorgulama sürüp gidecek hep. Bunun için de şiirleri, ‘Şiirimin Şehirleri’ olarak daha kuşatıcı bir isim altında kitaplaştırmayı düşündük.” İstanbul, Semerkant, Buhara, Şam, Kudüs, Mekke, Medine, Kahire ve Bağdat’ın bir bir dile geldiği yapıtta Bosna’nın acısına da yer verilmiş: “Sabah gergin bir ipti/ koptu ve yıkıldı hayat/ ne kalem ne kağıt ne kitap/ ölümün dağındayım şimdi/ insan dağa ne söylerse/ dağ insana onu söyler” (“Bosna âh Bosna”). Bu coğrafyada yaşayan bizler için belki de en kutsal başkentlerden biri olan İstanbul ile başlayan kitap; zamanın ve mekânın köprüsünde yer alan şehrin, tarihte taşıdığı anlama vurgu yaparken, bugün geldiği noktayı da yermekten çekinmiyor: “Kırk kumalı evin/ kırk kamalı külhanbeylerine/ saçımı süpürge etmekten yatalak/ halk ki olağanüstü hâl/ kışkırt ve köşe kap” (“İstanbul Konuşuyor”). Kitap boyunca şehirlerin ayrı ayrı şiirler boyunca dile gelişindeki eleştirel yük, artık zihinsel haritamızda birer büyülü masal diyarına dönüşen Semerkant, Buhara gibi anıt şehirler söz konusu olduğunda ise ne yazık ki, şiirsel gücünü yitirip nostaljik bir efsunla sarmalanıyor. Bugüne erişemeyen yaşam, dünün kurgusal güzelliğinde tekrarlanmaktan öteye geçemiyor: “Doğu’nun Çin’i/ Batı’nın cini/ unutturdu beni onlara/ ben ki hasretten bir dağım/ ıpıssız kaldı otağım” (“Buhara Konuşuyor”). Sezai Karakoç’tan Nizar Kabbani’ye, yakın duyarlıklara sahip şairlerin izinden yola çıkan Ay’ın, “kan dolu havuzlarda/ yüzme bilmeden büyümüş çocuklar”a dair dizeleri, bahsi geçen başkentlerin tarihinde günümüze yaklaştıkça daha can yakıcı bir hal alıyor: “Her doğan çocukta gül açılımı/ muştu kelebekleri kapı kapı bırakır/ kokulu bir akşam gibi Şam’ı/ yasımızı yastık yapanların/ uykuları cinnet/ zalimlere cehennem/ mazlumlara cennet” (“Şam Baharı”); “rivayet edilir ki/ kan akmıştır çeşmelerimden/ kan her yerde ve Nil kandandır/ felaket toprağın her yerindedir” (“Kahire Konuşuyor”). “Bağdat Konuşuyor” isimli şiirde, Bağdat halkının yaşadığı cehennemî süreç uzun ve soluksuz bir yakarışa dönüşürken; “Bağdatlı Çocuk Konuşuyor”da Nâzım Hikmet’in Hiroşimalı küçük kızını yeniden anımsıyoruz, acıyla: “Babamın elleri vardı/ arada bir başımı okşardı/ babamı öldürdü coniler/ başımı okşamak için/ elleriniz yok mu sizin// babamın kalbi vardı/ göğsüne yaslayınca başımı/ tık tık atardı/ sizin atan kalbiniz de mi yok/ sizi de mi öldürdü coniler.”

 

İnsanın ortak yazgısı

 

Bir söyleşisinde, “Aslında insanın ortak yazgısını dillendiriyorum. Yeryüzündeki bütün insanların bir arayışı ve yaşadığı bir trajedisi var. Bu trajediye Müslüman coğrafyası da, diğer coğrafyalar da dâhil. Dolayısıyla insanın bu modern çağdaki temel sıkıntısı benim şairliğimin de hareket noktasıdır. Şiirlerimde insanın acısını dile getiriyorum. Coşku yok mu, var; ama bir umut olarak. Şiirimin temel izleği hüzün, acı ve umuttur,” diyen Arif Ay’ın ‘çarmıha gerilmiş Zaman’dan ve coğrafyadan yola çıkarak ses verdiği şiiri, umut edelim ki, hepimizin şehirleri için de kurtuluşa bir adım olacaktır: “Ruhum kar altında toprak gibi/ çıkmayı bekler bahara.”

 

 

Kitap Zamanı, Bölüm: Şiir, Sayı: 70

http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=7262