Seni Ne Yapayım Şimdi Ben Ey Taş!

Seni Ne Yapayım Şimdi Ben Ey Taş!

  


1 MART 2014

Adem Turan, şimdilerde 'Şiir Taşı' isimli taptaze bir şiir kitabı ile karşımızda. Yasemin Kapusuz yazdı.  

 Bursa’da Güney Marmara Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı 1980’li yıllardan beri tanıdığımız Adem Turan, “Artık Kuşlarını Uçur”, “Hayal Defteri”, “Son Günün Şiiri”, “Nisan Çobanı”, “Ateşte Yıkanmış Atlar”, “Beş Vakit Yazar” şiir kitaplarıyla aramızda idi. Şimdilerde de Okur Kitaplığı Yayınları’ndan Ocak 2014’de “Şiir Taşı” isimli taptaze bir şiir kitabı ile karşımızda.

Bu kitabında bağrımızın taşına bol taşlı şiirler sunmuş şair. Parayı parayla temizliyoruz ya hani… Sadakalarımızın, zekâtlarımızın paramızı temizlemesi gibi o da “Şiir Taşı” ile kalp taşlarımızı temizliyor.

Yürekteki ateşi, taşı dile getirmek, taş ve ateş şiirleri yazmak, sırtta taş taşımaktan zordur elbet. Gerçi yüreğinde ateş olan Ferhat, taşı delmemiş miydi? Adem Turan’ın şiirleri de taşlaşmış yürekleri delmekte. Şairin heyecanını, dinamikliğini mısralarında görüyoruz. Bu açıdan Aksiyon şiirleri diyebiliriz bu şiirlere.

“Ben bu taşı yıllardır saklıyorum avuçlarımda/Avuçlarımda mı? Belki de göğüs kafesimde sımsıcak”… Taşlarına iyi bakmış, onları ninnilerle büyütmüş şair. Yılardır sakladığı taşlarından, ateşlerden oluşturmuş kitabını. İki bölüm halinde yazmış. Birinci bölümü: “Ateş Şiirler”; ikinci bölümü ise, “Taş Şiirleri”nden oluşuyor…

Derdini içine atma, dağa, taşa anlat!

İlk bölümdeki şiirler masal tadında. Ateş, ateş böceği, kanaviçe ve çeşit çeşit gölgeler ve gövdeler… “Aşk ve Ötesi” şiirinde şair ateş de olmuş, pervane de.”Döndükçe nokta ateş olur, ben pervane olurum/Döndükçe, her şey bir olur, ne ateş kalır ne pervane!” Biz ateşin karşısına geçip ateş olamıyoruz artık, ateşi göremiyoruz. Ateşin üstünde çay, gözünde ekmek, içinde, közde kestane yapamıyoruz. Hadi bunları geçelim, ateşe dönen pervanelerle biz de “Birr” ismi hürmetine pervane olup ateşle bir olamıyoruz. Yine aynı şiirinde bildiğimizin ötesinde metafizik duygularla, ateş böcekleri, kan kıvamında kanaviçe işlemektedir. Baştan sona ateş olan şiirler “Ateş Gazeli”ni hatılatıyor: ”Gül ateş, gülbün ateş, gülşen ateş, cuy-bar ateş/Semender-i tıynetan-ı aşka besdür lalezar ateş.”

İkinci bölüm “Taş Şiirleri”… “Sadaka Taşı”, “Sabır Taşı”, “Değirmen Taşı”, “Ebabil Taşı”, “Tesbih Taşı”, “Yağmur Taşı”, “Su Taşı” ve benzeri şiirlerden oluşmuş. Çok derdi olan insanlara: “Derdini içine atma, dağa, taşa anlat!” derdi büyüklerimiz. Ben çocuktum. Arkadaşlarımla köyümüzün dağlarına kına taşı aramaya çıkardık. O kına taşları ile ellerimizi kınalardık. Biz kınalarımızı ellerimize yakarken köyümüzün insanlarla değil amma taşlarla konuşan meczubu bizi izlerdi. Ben öyle derdi çok olup da, bizim köyün meczubu gibi, derdini dağa taşa anlatan pek görmedim. Ama şimdi derdini kelimelere, ateşe ve taşa dökmüş bir şair tanıyorum şimdi. Avucundaki taşlar ile Promete’ye, Rachel’e, oradan Süleyman’a Hüdhüd’e, Belkıs’a, Kafdağı’na varan, şiir şiir yerinde duramayan bir şair. “Şiir Taşı” ile “Kurşun Gazeli”yle büyüdüğümüz Osman Sarı ağabeyimizin “Taş Gazeli”nden dizeler dolanıyor dilime. “Taş, taş değil, bağrındır taş senin/Nereni nasıl yaksın, söyle bu ateş senin…”  

Seni ne yapayım şimdi ben ey taş!

Dönüp Bakınca” şiirinde taşlarla konuşan şair, Sevgilimiz, Peygamberimize atılan taşlara, O’nun dişini kıran, kanını akıtan taşlara sitemkâr! “Seni ne yapayım şimdi ben ey taş!”, Sevgilimizi üzen taş üzmüş şairi de. O’nu seven taş sevindirse biraz şairi… O’nun yerinde olmayı istediğimiz taş, Peygamberimizi, peygamber gönderilmeden evvel Mekke’de selamlayan taş! Onu hala biliyor ve tanıyorum diyor ya Peygamberimiz: Hacerü’l- Esved. Biz de yanına vardığımızda Hz. Ömer gibi: “ Ey Taş! Biliyorum ki, sen bir taşsın. Ne fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Resulü’nün seni öptüğünü görmeseydim, seni asla öpmezdim!” desek. Sonra Ali Efendimiz fısıldasa bize de: “Ya Ömer! O’nda saklı sırları bilseydin, O’na böyle seslenmezdin!” Taşların sırrına ermek için de mutlaka bir anahtar vardır.

Füzelerin yanında, sapan taşlarının en anlamlısı olan taşı, Filistinli taşı da yazmış gecesini gündüzüne katarak derlediği “Şairlerin Gazzesi” isimli çalışmanın sahibi şair. Biz Filistin’deki çocukların düşmana attğı taşların insanlığın vicdanının kurtuluşu olmasını isterken şair, şiirinin bomba olmasını istiyor.

Kitaptaki son şiirlerin sıralanışı hayat demek. “Musalla Taşı”, “Mezar Taşı”, “Cennet Taşı”.

İmam hatip lisesinde okurken altı yıl boyunca okulumuzun bir bahçesi olmadı. Okulun hemen yanında bulunan caminin avlusu, aynı zamanda bizim de bahçemizdi. Bahçede oturacak bir bankımız da olmadığından teneffüslerde caminin musalla taşında otururduk. Bazı günler cenaze varsa da musallaya konmuşsa, yerimiz kapılmış der, geri dönerdik. Baki’yi anardık bazen. Seng-i musallada kıymet bilenler! Durup el bağlayalar, saf duralar hüsn- i niyeti, güzel teşbihi ve hakikatiyle… Şair de musalla taşını, ölüm sevgiliye kavuşmak olduğundan düğünün başladığı yer olarak görmüş. Buradan mezar taşına, “Hiç” olmaya… Oradan da cennet taşına…

Cennette tamamlayacağını ümit ettiğimiz “Cennet Taşı” şiiri ile bitiriyor kitabını.

Kalbimizin taşlarını temizle ey şair! Yüreklerimizdeki şeytanları taşla! Bir taş daha kaynat bize! İhtiyar kadının tenceresinden Ömer olup alalım taşları, taştan da ağır azıklar taşıyalım sırtlarımızda o zavallı yavrulara…

Cila taşı olsun, cilalansın kalbimiz, kalaylansın gönlümüz…

 

Yasemin Kapusuz, şairin duası icabı, kandil aydınlığıyla yazdı.

Kaynak: http://www.dunyabizim.com/Manset/16144/seni-ne-yapayim-simdi-ben-ey-tas.html