''Şiirimin Şehirleri'' neresi?

 28 Temmuz 2012

Abdurrahman Adıyan

Arif Ay'ın Şiirimin Şehirleri adlı şiir kitabı, Okur Kitaplığı'ndan Eylül 2011'de çıktı. Kitap 96 sayfa ve 15 şiirden ibaret. İslam'a başkentlik yapmış bu kâdim şehirlerin, geçmişten günümüze dek süregelen varoluş manifestoları diyebiliriz bu şiirlere. Abdurrahman Adıyan, yazdı.

 

İslâm’ın kâdim şehirleri, İslâm coğrafyasının hâlini şiirle konuşuyorlar.

Bu şiirler, Bağdat'ın yakılıp yıkıldığı, işgal edildiği günlerde yazılmış, “Bağdat'a Dönen Şiirler”adıyla dergilerde yayımlanmış. Arif Ay'ın, Şiirimin Şehirleri adlı şiir kitabı, Okur Kitaplığı’ndan Eylül 2011’de çıktı. Kitap 96 sayfa ve 15 şiirden ibaret. İslam'a başkentlik yapmış bu kâdim şehirlerin, geçmişten günümüze dek süregelen varoluş manifestoları diyebiliriz bu şiirlere. Arif Ay şiirinde, yüreğinin ve kaleminin coşkunluğuyla, gözünü budaktan sakınmayan üslubuyla, bu şehirlerin kaderlerini ve kederlerini ifade etmekle kalmamış, şiir dilini Bağdat'ın acısına ortak etmiş, âdeta kalemini bu acının tedavisine âmâde kılmıştır.

 

İlkin İstanbul konuşuyor, “Ben İstanbul/ omurgası tarihin/ hem şarkım hem garp/  bende gömüldü Bizans/ bende dirildi Endülüs” diyor. Şair, İslâmmedeniyetindeki kırılmanın Osmanlı'nın yıkılmasıyla başladığını, yeniden bir dirilişin ise yine buradan olacağına inanıyor. İstanbul, Batı ve İslâm medeniyetine başkentlik etmiş bir şehirdir. Kitaptaki şehirler içinde de ağabeydir. Semerkand, “şehirlerin evliyası”dır, şair ona öylesine bir görev yükler ki Semerkand’ın buna duyarsız kalması âdeta imkânsızdır. “Şehirlerin hocası” kılar onu, “Doğu’nun sönmeyen kandili”ni, İstanbul, Kudüs, Bağdat ve Şam’ın onu dört gözle beklediğini hararetle muştular. “Derinden akan nehir/ çık artık yeryüzüne” diye, nida salar ardı sıra.

 

Buhara: Kubbetül İslâm, İslâm’ın kubbesi naçar ve sitemkârdır. Haber salıyor kardeş şehirlere,“Bağdat, Şam, Mekke, Medine/ Kudüs, İstanbul, Endülüs/ hani her biriniz yıldız yıldız/ göğümü süslerdiniz” diyor. Özlemle o Kehkeşanlı günlerini yâd ediyor. Şam’ın, nam-ı diğer Şam-ı Şerif’in manevî kimliğinin yadsınamayacağını, kendine has diliyle “çakalları efendi kılan çağın/ bitecek bir gün bu çakal düğünü” mısrasıyla bir güzel vurguluyor. Şiirinin hareket noktasını medeniyet bilinci ve medeniyet ufku teşkil ediyor. Dolayısıyla ne beşerî bir ideolojinin ne de dünyevî bir ideolojinin peşinden koşmak istemiyor. Şiiri yaşamının ana merkezine alan şair, vahyin insana öğrettiği algının, idrakin ve inancın peşinde koşmak isteyenlerdendir.

 

Kudüs, Mescid-i Aksa’dan coşkun bir nefesle yeknesak konuşuyor, kardeşlerine sözü pek çoktur ve sözünde hilaf yoktur, “velhasıl ben Kudüs/ her gün Kartaca/ her gün Endülüs” derken. Kudüs için son sözü Nuri Pakdil’den nakledelim: "Kurtuluş cüz'î değil/ Küllî'dir." Ve Kudüs bunun farkındadır. “Mekke-i mükerreme/ Muştular şehri”nde, “yok artık paradan çok ilim taşıyan tacir” Şair buna içlenmesin de ne yapsın? Medine, Ensar ve Muhacirin kardeşliğinin kurulduğu, medeniyet şehri...

 

Kahire, “aldanmış ve aldatılmış şehir/ Nil’in kabarması gibi kabarır kahrı…” şimdilerde kilerleri boş, ambarları kurumuş bu şehrin bağrı kahır doludur. “Osmanlı’nın kırılan kavalıyım”der, içlenir oğullarına ve kızlarına; biri berduş biri evde kalmış. Bağdat’a, kardeşine döker içini.“Bağdat gibi şehir kardeş gibi yâr olmaz” atasözünü bilir, bilir ya! Eskiden “Eğri hesap Bağdat’tan geri döner”di. Ya şimdi? Bağdat kan revan içinde! Nizar Kabbânî’nin dediği gibi:“Tanımaz bizi petrol içenler/ Gözyaşı ve acı içenler”. Bağdatlı anne, “Bağdat’ın ölüm sinmiş sokaklarında/ kurban bıçakları gibi keskin acıda/ yalnız bir çığlığım ben” diyor ya! Bağdat üzerinedir kitabın öznesi. Öteki şehirler Bağdat üzerinden konuşuyorlar çünkü vahşeti en çok yaşayan Bağdat’tır.

Şehirlerin elbette bir dili vardır, dinlemesini bilene, hani Mevlana, “Yaprakların el çırptığını duymak için et kulağı değil, can kulağı gerek” diyor ya! Bu öylesine içli öylesine derûnî bir felsefedir ki, nitekim şair bir mülakatında; “Şehirleri insan gibi algılarım ben. Öncelikle de kokularını. İlk kez gittiğim bir şehirde ilk hissettiğim şey, o şehrin o şehre özgü kokusu olur. Buradan dünyasına girmeye çalışırım.”diyor. Evet, “Şehir ağlar, şehir güler, şehir yorulur, şehir uyur, şehir öfkelenir, şehir âşık olur”. Şairin düşünce ve duygu dünyasında gezdiği bu şehirler, tarih boyunca İslâm’a başkentlik etmiş, manevî kimlik sahibi dirilişin ve varoluşun sembolleştiği kâdim şehirlerdir. Bazıları eski kudretlerini yitirmiş olsa da hâlâ İslâm coğrafyasında, Müslüman’ın şuuraltında dinamik şehirler olarak nadide yerlerini korumaktadırlar. Ki şair de bu şehirlerin şuuraltından notlar sunar okuyucuya.

 

Biz, Bağdatlı çocuğun figanına kulak verelim: “Babamın elleri vardı/ arada bir başımı okşardı/ babamı öldürdü coniler/ başımı okşamak için/ elleriniz yok mu sizin” diye söyleniyor. Söz sükûta uğramış sanki: “sizin atan kalbiniz de mi yok/ sizi de mi öldürdü coniler/ Ey Müslüman Amcalar” diyor… Şehirler inanç kardeşliğini her halükârda sürdürmeli. Sırdaş, dertdaş, biri birlerinden haberdâr olmalı. İçlenmeleri, kederlenmeleri, sevinçleri, bir bütünlük arz etmeli. Büyük bir ailenin (ki İslâm ailesidir bu) yeryüzüne dağılmış çocukları unutmasınlar ve unutturmasınlar kardeş olduklarını. Şair burada zulme, kıyıma, sömürüye ve zalime duyduğu öfkeyi, muhalif bir duruş ve kalemle bir başkaldırı eylemine dönüştürmüş kendine bunu görev addetmiştir.

 

Kitabın “ek” bölümüne "Bosna Ah Bosna" ve "Vaynakh" şiirlerini dâhil etmiş. Bunu da, “acının bir bilinç dönüşümüne, bir bilinç uyanmasına”vesile olmasını yeğlemiştir. Şairin sorgulayıcı kimliğinin yanı sıra estetik anlayışı, hem şiirde ve hem de bu şehirlerin mimarî ve kültürel dokularını mahir işleyişinde dikkatimizi çekiyor. Kitap bir bütünlük sergiliyor dimağımıza, bize, hiç de yabancı olmayan kardeşlik duygularını efsunundan çıkarıp getiriyor. Gönlümüzün pınarlarına ne zamandır “ırak” kaldığımız o çağıltıyı kulaklarımıza dek alıp getiriyor.

 

Kitaptaki en büyük talihsizlik ise şüphesiz görselliktedir. Şehirlerin gravürü bırakılmalıydı. Hatta kuşe kâğıt baskılı olsaydı, çok daha iyi olurdu. Okur Kitaplığı’nın kapak çalışmalarındaki hassasiyetine gölge düşüren şu kapak çalışması (ki bu seri için diyorum) olmasaydı, inanıyorum daha mükemmel olacaktı. Has okuyucu için pek önemli olmasa da göze halel de getirmemeliyiz, diye düşünüyorum. “Şiirimin Şehirleri” kitabı 2011 Türkiye Yazarlar Birliği şiir ödülüne değer görüldü, şairi ve yayınevini kutlarım. Son sözü şaire bırakalım efendim: “Şair ne ahvaldeyse şiiri de odur; sıkıysa sıkı, gevşekse gevşek.”

 

Not: Dil ve Edebiyat Dergisinin, Temmuz sayısında yayınlanmıştır.

 

http://www.defterk.com/haber_detay.asp?haberID=4029&fb_source=message