Tamam, bu roman akıcı değil ama…

Tamam, bu roman akıcı değil ama…

'Oyunun tüm kurbanlarına…' ithaf ettiği Rüya’sında Ümit Aktaş, bir hesaplaşmaya çağırıyor okuru…

 

29 Nisan 2010 Perşembe 16:53

Öyle bir roman ki epigrafında, dünya hayatının ancak “bir oyun, eğlence, gösteriş, büyüklenme, mal ve zürriyet açısından bir çoğalma yarışından ibaret” olduğunu ihtar eden Hadid Suresi’nin 20. ayeti var. Hemen sayfayı çevirince yer alan ithafı ile de, bu ihtar ile roman arasında köprü kuruluyor: “Oyunun tüm kurbanlarına…” Besbelli bir yenilgi romanı ile karşı karşıyayız…

Şiirleriyle, denemeleriyle tanınan, Adem adlı ilk romanıyla Türk romanında denenmemiş bir tecrübeye imza atan Ümit Aktaş’ın Okur Kitaplığı’nca yayınlanan yeni romanı Rüya, okurunu ilk sayfalarıyla işte tam olarak böyle karşılıyor.

Mikro iktidarlar kavgasının tam ortasında

Rüya, taşrada başlıyor. Kahramanı, romanın başında, liseli bir genç. Ergenlik ve taşra arasında irtibat kurmak mümkün müdür? İkisinde de, içinde olduğumuz sürece sıkıldığımızı, geride kaldığı zamanda da özlediğimizi söyleyebiliriz. Taşrada geçen bir ergenlik döneminin sıkıntısı ise ikisinin aritmetik toplamından çok daha büyüktür.

Kafkaesk bir taşra manzarasıyla açılıyor roman. Romanın kahramanı bir delikanlı iken. Hiçbir sürprize hayat hakkı tanımayan kasabasında geleneğe bağlı dedesiyle, halkı terbiye etmeye çalışan okulunun anlayışındaki zıtlık arasında kalıyor mesela. Öyle silik ve ezik bir tip ki adının ne olduğunu roman boyunca öğrenemiyoruz. Benzer bir ikilem öğrenciler arasında yaşanan gruplaşmalarda da kendini gösteriyor.

Okul hayatı, mikro iktidarlar çatışmasına dönüyor bir anda. Hele hele özenti bir doğum günü partisi bölümü var ki tam ibretlik. Romanın kahramanı daha sonra öğretmen olarak başka bir kasabanın okulunda yeniden âşık olacak, bu sefer de başka bir mikro iktidar kavgasının ortasında bulacaktır kendini.

Eksik okursak göremeyiz

Romanda iki aşk tecrübesi ve iki iktidar çatışması olmasını bir tekrar ve simetri olarak görmek, bence romanı eksik olarak okumak anlamına gelir. Rüya’da benzerlikler kadar farklılıklar da düşündürücü temalar olarak yer alıyor. İki aşk ve iki iktidar çatışması arasındaki farka dikkat edenlerin de göreceği çok şey olacak.

Yüreğin, o çocuksu masumiyetini bir nebze olsun koruması

Romanın yazılış gayesi ise sanki şu satırlarında gizli: “Hakikatin yolunu ve yönünü şaşırdığınız bir dehlizden sizi tutup çıkaran nedir? İmtiyazlı oluşunuz ya da yüreğinizi açık tutmanız mı? Yoksa herkesin de duyduğu halde dikkate almadığı bir çağrıyı, daha doğrusu hayatın kendisini ciddiye almanız mı? Ki, akranlarınızın çoktan hayatın hengâmesine daldığı o ergenlik çağında gözlerinizi ufka dikerek, ya da geceleri yıldızları çevreleyen o karanlığın gizeminden gelecek kurtarıcı bir çağrıyı beklerken belki de, dalmış olduğunuz uykudan sizi uyandıran bir sesleniştir.

Belki tüm kâinatın terennüm ettiği bir fısıltıyı duyulmazlaştıran günün hayhuyları ya da kalbimizin körelmişliğinden, rüyalardır bizi kurtaran; elbet daha da önemlisi yüreğin o çocuksu masumiyetini bir nebze olsun koruyor olması…”

Roman okurun içinden akıp geçmiyor, bilakis…

Akıcı bir dili yok Ümit Aktaş’ın. Okuru sık sık durdurup düşündürüyor. Roman, okurun içinden akıp geçmiyor, okurun içinde konaklıyor. Ayağını denk almaya, nefs muhasebesi yapmaya sevk ediyor. Öyle ‘zararlı’ bir özelliği var yani!

Bu hesaplaşmayı göze alabilenlere Rüya’yı tavsiye ederim…

 

Suavi Kemal Yazgıç tavsiye etti

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=3446