Türküler toplumun jurnali

Türküler toplumun jurnali

Usta yazar ve şair Metin Önal Mengüşoğlu'nun Öptüm Kara Gözlerinden isimli kitabının yeni baskısı yapıldı. Yazarın tezgahta bekleyen bir dizi kitabı da çok yakında yayınlanıyor. Necip Fazıl biyografisi bunlardan sadece biri

 

23.06.2011

HARUN KARABURÇ

Metin Önal Mengüşoğlu'nun "Öptüm Kara Gözlerinden" adlı deneme kitabının yenilenmiş baskısı yayımlandı. Okur Kitaplığı'ndan çıkan kitapta yazar, hasreti, çocukluğunun geçtiği şehirleri ve etkilendiği şairleri samimi bir üslup ile anlatıyor.

"Harput türküleri beni şair yaptı" diyorsunuz. Türkülerin üzerinizde yaptığı etkinin aynı zamanda coğrafya ile de ilgisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Gözümü ilk açtığım çağlarda, yanımda yöremdeki insanlar türkülerle o kadar içli dışlı bir hayat yaşıyorlardı ki, şaşarsınız. Kur'an'ı bile türkülere yakın bir ağızla okurlardı. Hele Harput'ta Sara Hatun minaresinde Demirci Sıtkı namlı türkücü ezana çıktığında, denirdi ki hamile gelinler sesinin yakıcılığından neredeyse bebeklerini düşürürlermiş.

HER TOPLULUK BİRİCİKTİR

Türküler aralarında yaşadığımız toplumun bir nevi jurnaliydi. Bir tür roman da diyebilirsiniz. Bir toplum için lüzumu bulunan bütün hayat modelleri, bütün insanlık durumlarını karşılayan, cevaplayan türküler vardır. Uzun bir tarihsel geçmişi bulunan halkımın, hiçbir yazılı belgeye ihtiyaç duymaksızın, bana kadar ulaştırdığı bu sözlü kültürden başka da elimde doğru dürüst bir metin mevcut değildi. Türkülere sarılmak, onları dinlemek, onları anlamak, atalarımın hayatına dair bana emsalsiz tanıklıklar sağlayacaktı. Öyle de oldu. Söz gelimi Uşak türküleri ile Harput türkülerini şöyle kabaca karşılaştırın. Ortaya çıkan tabloda öylesine farklı duygu ve düşünce demetleri göreceksiniz ki. Bu sizi, "her insan biriciktir" gerçeğine götürecektir. Oradan her minik topluluğun da biricikliği, kendine mahsusluğu sonucuna rahatlıkla varabilirsiniz. Öyleyse insan ve toplulukları tek tipleştirmeye, birbirine benzetmeye çabalayan, birini diğerinin nüfuz alanında yok sayan insanlık dışı zihniyetin ne kadar ilkel bir iş peşinde olduğu aşikâr değil midir? Bakın türküler bizi nerelere götürmektedir, benim türkülere değer verişim boşuna sanılmasın.

Sevdiklerinden uzakta olmanın, içinde özlemi barındırmanın bir yazarın his dünyasına etkileri neler olabilir?

Lübnan kökenli Fransızca yazan Amin Maalouf diyor ki: "Bir yazarın en büyük hazinesi çocukluğudur." İnsan en çok kendini sevdiğine göre, zaman ilerledikçe bir önceki kendinden kopup ayrılmaktadır. Bu sefer her geçen gün bir önceki günün acı tatlı hatıralarını özlemeye başlar. Ben doğup büyüdüğüm geniş ailenin bir ferdiydim. Çocukken bir masal dünyasında yaşıyordum. Efsanevi kuşlar gibi daldan dala, dağdan dağa konup duruyorken, ardımdan doğan kardeşlerim münasebetiyle çok erken yaşta birden bire 'ağabey' oluverdim. Erken büyüyünce çok erken zamanlarda masalların dünyasından çıkıp hakikatle yüzleşmek durumunda kalmıştım.

AYRILIRKEN ÜZÜLMEK HAKKIM DEĞİL Mİ?

Hakikatin yüzü masallar kadar sıcak ve sorumsuzca değildi. Ben evvela o eski kendimi özleyerek yüreğimi yırtmışım. Bu sebepten söylediğim hep kendi türkülerimdir. Ne var ki bu türkülerin formu, içeriği klasik türkülere benzemiyor. İsterim ki herkes kendi türküsünü söylesin. Kimse başkalarının türküsünü söylemeye zorlanmasın.

Hasret duygusunun yazılarınızda zuhur etmesini en temelde neye bağlıyorsunuz?

Mevcut ömrümü oluşturan zaman dilimleri öylesine parçalı, öylesine bölünmüş haldedir ki, sanki idrak ettiğim her yaşıma dair yaşamalarım, arkamda bıraktığım şehirlerde kaldı. Ve sanki onları hatıra defterime bile kayıt düşemeden oralarda bıraktım. Bıraktığım alelade bir nesne filan değil, benim hayat parçalarım, ömrümün belirli bir bölümüydü. Elbette avucumun içerisinde yahut koynumda saklayamazdım hatıralarımı. Acaba bir biçimde kayıt düşebilir miydim? Belki de bunun için şiiri ve yazı hayatını seçmişimdir. Şiiri ve yazıyı en iyi, en sağlıklı tahrik malzemesi sanki hasretmiş gibi geliyor bana. Hasreti bir ömür doyasıya yaşadığımı düşünüyorum. Gelin görün ki doyasıya bir vuslat yaşadığımı hatırlamıyorum. İnsan, besbelli dünyaya düştüğü yer olan cennete kavuşunca, doyasıya bir vuslat yaşayacaktır. Eğer sahiden doyasıya vuslatı yaşamak diliyorsak, o zaman cenneti kazanacak bir ticaretin ardına düşmeliyiz. Hicret, hayatımızın sinsi hakikatlerinden birisidir. Kimi zaman öz benliğimizden, kimi zaman sevdiklerimizin arasından, kimi zaman da yaşadığımız mekânlardan hicret edip durmaktayız. Muhaceret benim zihnimi ve kalbimi öylesine dehşetli bir biçimde işgal etmektedir ki, en ufak bir uzak düşüş, kalbimde derin boşluklar yaratır ilkin. Şu meşhur Türkçe söylenen Ermeni türküsü vardır ya, "neden geldim İstanbul'a" diyen. Ben her minik muhacerette bu duyguyu yaşarım. Neden mi? Çünkü şıpsevdi huyluyum. Yaşadığım mekânı, yaptığım işi, tanıştığım insanı severim, gönülden bağlanırım onlara. E, ayrılırken üzülmek de hakkım değil mi?

Endülüs şiiri çok yakında yayınlanıyor

Metin Önal Mengüşoğlu'nun tezgahı, yayınlanmayı bekleyen bir dizi projeyle dolu. Yazar bu projeleri bakın nasıl anlatıyor: "Endülüs üzerine uzun bir şiirim var. Bu dosya esasen iki yıl evvel bitmişti. Lakin o toprakları görmeden yayınlamayı düşünmüyordum. Bu yıl gittim, inşallah yakın bir tarihte yayımlanacak. Yerler Mühürlendi adlı romanımın devamı mahiyetinde bir ikinci romanı yıllardır tasarlamaktayım. Allah ömür verirse onu da kaleme almayı düşünüyorum. Kırk yıldan bu yana cevapladığım söyleşiler de kitaplaşacak. Ayrıca Düşünmek Farzdır adlı eserimin daha geniş açılımı saydığım ve Kalbin marifetleri üzerine yoğunlaşmış bir çalışmam var. İmanın Yapı Taşları, Tabiat ve Ahlak ilişkisi gibi denemelerimi kitaplaştırmak düşüncesindeyim. İlahî Hitab'ın muhatabı sıfatıyla, onun benim nazarımdaki konumunu değerlendiren bir eser üzerinde de yoğunlaşmış durumdayım. Merhum üstat Necip Fazıl ile olan tanışıklığım ve hatıralarım bir biyografi kitabına dönüşecek boyuttadır; bu da başlanmış ve zamanla ilerleyen bir ayrı deneme kitabı olacak inşallah. Ayrıca Türkçe Şiirde İslâm İmajı diyerek başlayıp yarım bıraktığım bir başka eserden de söz edebilirim. Allah ömür verirse Asım Öz ile birlikte başladığımız nehir söyleşi de gündemimizde yarılanmış biçimde beklemektedir. Şehir Yazıları, Tenkit Ve İnsaf başlıklı iki deneme kitabı da sıralarını bekliyor. Her birisinin biraz zamana ve küçük rötuşlara ihtiyacı var; inşallah o imkânı bulurum.

Keşke yalnızca Allah ile dost kalabilseydi insan

"Sırrınızın çelik kasası gibi duran dostluklar hiç ölür mü?" diye soruyorsunuz. Aynı soruyu size yöneltsek ne dersiniz?

İnsanın evvela kendisiyle dost olması, kendine saygı duyarak sırrını olmadık yerde deşifre etmemesi gereklidir derim. İslâm, Arapça silm kökünden türemiş bir kelimedir. Türkçeye kısa yoldan barış olarak tercüme edilir. Buradaki barış, kişinin, fıtratı ile uyum içerisinde bulunmasını önceleyen bir nitelik taşır. Kendisi olarak yaratılmış bulunmasından memnun kalması, şikâyete yeltenerek Rabbine karşı gelmemesi anlamındadır. Böyle bir barış ve uyum sağlayarak fıtratını bozmayan kimse, Rabbi ile de dost olmuş demektir. Karşılıklı rızalaşırlar artık. Allah'ın zorunlu tuttuğu farz ibadetleri herkes alenen yerine getirdiğinden, bunlar sır değildir. Allah ile aramızdaki sır, her türlü kulluk eylemindeki samimiyet ve ihlâstır. Sır, iki kişi arasındaki muamele ve münasebetin taraflar istemedikçe dışarıya yansıtılmadan, iki kişilik bir haz, lezzet, ara sıra da hüzün olarak sürdürülmesi ise, tek taraflı biçimde açıklanması ihanet sayılmalıdır. Bence burada problem de çözüm de, sırrın açık edilmesinden ziyade, uğranılan nankörlük ve kalleşliğin yarattığı alçaltıcı, utanç verici ve gayrı insani durumun analizinde ortaya çıkacaktır.

Ben, kendime fazla güvenmediğimden midir nedir, bir ömür boyu öyle az dostluklar kurabildim ki. Keşke yalnızca Allah ile dost kalabilseydi insan. Çünkü buradaki ihanet asla çift taraflı gerçekleşmiyor. Her durumda insandır cürüm sahibi. Ne var ki biz insanlar müstağni yaratıklar değiliz, muhtacız. İhtiyaç, ister istemez bizi dost arayışına iter. Çünkü kendisini ihtiyaçtan azade sayanlar azgınlaşırlar. Ayrıca İlahî Hitap, muhteşem bir rehberlikle müminler müminlerin velisidir demiyor mu? Aynı şekilde müminler Allah'ın, Allah da müminlerin velisidir. Müminler hem Allah hem de müminler ile aralarındaki sırrı, en çok da münafıklardan sakınmalıdırlar. Bunu başarmak isterdim.

http://yenisafak.com.tr/KulturSanat/?i=326066