Ümit Aktaş şiirinde doğa, varoluş ve anarşi

Ümit Aktaş şiirinde doğa, varoluş ve anarşi

Hakan Arslanbenzer
 
Ümit Aktaş'ın iki şiir kitabı var: Cennetten Düşüş1 ve Şehri Terketmeden Önce2. İlk kitabın ilk şiirlerine baktığımızda terk edilmiş, düşleri olan bir genç adam figürü dikkatimizi çekiyor. Masum, bakir ve aşık bir genç adam. Mahrumiyet genç adamın bu niteliklerini besliyor. Mutlu çocukluktan serpilen ergenliğe, ordan kendine güvenli, istekleri ve amaçları olan gürbüz gençliğe atlayacakken ortaya çıkan maddi-manevi engeller. Bu yanıyla, Ümit Aktaş şiirinin hem karakter ve ruh olarak hem de yer yer beliren imgesel benzerlikler bakımından İsmet Özel şiiriyle, özellikle Özel'in ilk yıllarıyla akraba olduğunu görüyoruz. Varoluşçu bir akrabalık.
Türk şiirinde varoluşçuluk Adem (Hiçlik) Kasidesi şairi Akif Paşa'ya, belki daha gerilere götürülebilir. Fakat varoluşçuluğu güncel anlamıyla Sait Faik'in son hikayelerinden (Alemdağı'nda Var Bir Yılan vb.), İkinci Yeni şiirinden daha geri götürmek zordur. Şiirimizde varoluşçuluk gerçek anlamda Ertuğrul Oğuz Fırat, Attila İlhan, Cemal Süreya ve Sezai Karakoç gibi 1950'lerin (II. Dünya Savaşı sonrasının) öncü-yenilikçi şairleriyle başlar. Hikayede ise 50 Kuşağı ya da A Kuşağı denen yazarlarda görülür. Bu programlı, angaje, siyasi bir varoluşçuluk değildir. Avrupa varoluşçuluğuyla ilişkileri zayıftır. Yerli tarafı; arabeske, tasavvufa değen uçları ağır basar.
Ümit Aktaş'ta yerlilik bir yere ait olmakla (“babam ilkokul öğretmeniydi, bir dağ köyünde”) soyut-felsefi Müslümanlık arasında gidip gelir. Aktaş'ın ilk şiirlerinde mesela “aşka adanmış ruh imtihanlara sokulur”; ya da “kasabada yalnızlıktan başka kimse yoktur”. Bunlar akla Heidegger veya Sartre gibilerden çok Fuzuli'yi getiriyor; dolayısıyla da sufi edebiyatını. Sufiyle, dervişle modern (ve Müslüman) varoluşçu arasında benzerlikler olması tabiidir. Ümit Aktaş görünüşte geleneğe fazla telmih yapmaz. Fakat insanı soyut evrende ve somut dünyada yerleştirdiği yer açısından tasavvuf geleneğiyle bir bağı olduğu hissedilir.
Tasavvufta olduğu gibi Ümit Aktaş şiirinde de şehir ve kalabalıkla birey arasında bir kopukluk, Eliot'ın tabiriyle bir "ilintisizlik" (irrelevancy), bir içermeme ilişkisi vardır. İsmet Özel'in ilk döneminde olduğu gibi birey şehri içselleştiremez, şehir bireyi kendi biricikliği içinde sindiremez. Bu da (Ümit Aktaş açısından) bireyin aşk ve kalple tanımlanmasından dolayıdır. Daha sonraki şiirlerinde bunu doğa ile medeniyetin kavgası olarak resmedecektir şair. İlk şiirlerde bu kadar kesin çizgiler olmasa da, aşık yüreğiyle düzen, günlük hayat ve şehir arasında kesin bir kopukluk vardır. Ergenlik ve çocukluk, aşk, yalnızlık, ütopya, bahar, bekaret, ruh ve kalp, beden, kutsal, yalnızlık, yurtsuzluk bir tarafta halk, günlük hayat, alım satım, şehir ve kasaba, sokak, kaldırım, kalabalık, şehvet, kış, monotonluk, otomobil ve şarap, zenginlik, moda, eğlence diğer taraftadır.
İlk defa "Parasız ve Yatılı" şiirinde insanlar karşı karşıya gelir. Burada boynu bükük yoksul taşralı çocuklarla şımarık subay kızları ve onların havalı kolejli erkek arkadaşları yoksulluk-zenginlik, şehirlilik-köylülük ekseninde zıtlaşırlar. Burada kopukluk değil artık ezme-ezilme yani zulüm, özetle ilişki vardır. Zengin ve şehirli dişi, yoksul köylü erkek ergeni ezmektedir. Burada şehir, şehvet ve dişi bir tarafta; doğa-kır-köy, platonik aşk ve erkek diğer tarafta kalır. Varoluşçuluğun Ümit Aktaş şiirinde aldığı püriten biçim bakımından (ki varoluşçulukla ilgili bütün Türk şairleri için benzeri söylenebilir) çarpıcı bir zıtlaştırmadır bu. Püriten değilse bile apollonik.
Batı düşüncesinde doğayı dionizikle, medeniyeti apollonikle bağlamak daha tipiktir.4 Ümit Aktaş'ın imgeleminde bunlar ters sırayla duruyor. Bundan ne çıkarabiliriz? Cemal Süreya, Süreyya Berfe ve Küçük İskender gibi Batılaşmacı tarafı ağır basan şairlerde doğa ile bedensel aşk bir tarafta dururken; Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi Batı karşıtı siyasi düşünceleriyle bilinen şairlerde aşk mana aşkı olarak yer alır ve düşünceyle birliktedir. Ümit Aktaş'ın burada Batı düşüncesi ve imgelemini olduğu gibi içselleştirme ya da topyekun reddetme yolunda gitmediği anlaşılıyor.
Bunun nedeni romantizmdir; salt duyguculuk anlamında değil, doğa ile düşünceyi birleştirme çabasındaki tarihsel romantizm, Batı romantizmi. Yahut bu tür romantizmin Aktaş şiirinde kazandığı özgün biçim. Bu biçim içinde Batı romantizminin ve aynı zamanda Batı varoluşçuluğunun mitolojiden seçtiği simge karakter Promete ile Türk hissiyatının baş kahramanı Mecnun bir arada bulunabilirler. "Sürgün ozan" ve "çivilenmiş" İsa figürleri de onlara eşlik eder.5 Hepsinin ortak özelliği genele, topluma, medeniyete, muhafazakarlığa uymamış olmalarıdır. Hazreti İsa (a.s.) Roma medeniyetinin zorbalığına karşı mücadele ediyordu; Mecnun muhafazakar toplumun aşksızlığına karşı. Sürgün ozan soyut bir figür olsa da sürgünlüğünün nedeninin düzene kafa tutmak olduğu hissediliyor; Prometheus ise Olympos tanrılarına kafa tutup onlardan çaldığı ateşi insanlara sunmuştur.
 
Erdemin küçümsendiği bir dünya
ne kadar uygundu rüyalar için
 
Rüya yahut romantizm dünyanın mevcut durumuna ters düşer. Aktaş'ın şiiri bu hat üzerinde ilerlemiştir daima. Çocukluktan aşık, boynu bükük ergenliğe geçen, Aktaş'ın temel şiir personası giderek siyasileşir. Burada aşkın yeni bir ortağı vardır: devrim. Bu devrimin niteliği Aktaş'ın yüz altmış küsur şiiri içinde gittikçe belirginleşecek ve anarşiyle, anarşizmle aynılaşacaktır. Ergenlik acı verse de terk edilir ve persona ergenliğinde kopuk olduğu şehirle mücadeleye başlar. Mücadele yeni bir yalnızlık türü getirecektir. Ergen arkadaşların "kimi sustu kimi unuttu düşlerini". Böylece, ergen yabaniliğinden kaynaklanan yalnızlığın yerini siyasi tercihlerin neden olduğu bilinçli yalnızlık alır. Doğa geri çekilir ("Ve artık batmakta olan ay" ya da "gökteki yıldızlara; ki onlar da beni bırakırlar acunun bir ucunda"). Yağmur artık kuduz bir köpek gibi yağar, rüzgarın yerini fırtına alır.
Şehir ve medeniyet ise olduğu gibi ama dışarıdan algılanır. Birçok şairde olduğunun aksine Ümit Aktaş'ın bu noktada gerçekçi, siyasi, epik şiire yönelmemesi ilginçtir ve şiirinin genel karakterini belirler. Anarşist devrimci bilinç ve varoluşçu düşünce veya imgelem Aktaş şiirinin görünen yüzünde değil satır aralarında, ibarelerde, nitelemelerde ve isimlendirmelerde fark edilir. Genel görünüm romantiktir.
Aslında Ümit Aktaş daha büyük, daha geniş kesimli bir şiire yer yer yönelmiştir. Ama bu, şiirlerinin uzamasını, konularının somutlaşmasını getirmeyecektir. Şair şehri, günlük hayatı, zenginliği dışarıdan bakarak bir genel görünüm olarak sunar; yalnızca eleştirilecek tarafıyla gösterir.
 
keyifli birşey olsa gerekti
uzaklardan izlemek
süregiden oyunu kuşaklar arasında
utkunun hüzne dönüşmesini ve
zenginliğin bölüşülmesini oburca
 
Hayata katılmayı kim reddeder? Romantizmle anarşizm tarihsel olarak birlikte gider. William Godwin'in damadının Percy Shelley olması boşuna değildir. Mükemmelci, doğa-düşünce tamlığını veya bütünlüğünü günlük hayata dayatmak isteyen anarşist bir taraf, güçlü bir taraf olarak, romantizmde hep vardır. İktidarın şemsiyesi altında tuzu kuru güzel şiirler ya da iktidarı meşrulaştıracak destani şiirler yazmak veya iktidarın yerine geçmek isteyen bir siyasetin ifadesi olabilecek angaje şiirler yazmak romantikler tarafından reddedilmiştir. Hem iktidar hem muhalefet konformizminin dışında kalmak... romantizmin siyaseti budur diyebiliriz, ki bu da anarşizme çıkıyor.
Ümit Aktaş'ta romantizm ve anarşizm el ele gidiyor. Şair somut konuları bile estetize etme gereği duyuyor. İlk kitabının Tarih Dersleri bölümündeki epik temalı şiirlerde bu açıkça görülür. "Misak-ı Milli" başlıklı şiirde meleklerden, zümrüdü ankadan, aşk ve rüyadan söz edilir. Çok açık olmamakla, birlikte somut ülkenin düşler için (bunlar imgesel düşler de olabilir siyasi düşler de) yeterli olmadığı vurgulanır; alttan alta modernleşme projesi ve Kemalizm eleştirilir. Bir başka şiirde halkın uysallığı yerilir. Putkırıcılar şiirinde anarşizmin övgüsü yapılır. Ne var ki, tüm bunlar sezgisel boyuttadır ve siyasi olaylar bile müşahade aleminde yani somut dünyada değil de sanki mana aleminde oluyormuş gibi gösterilir.  
Siyasi bir somutluğa, bildiğimiz anlamda gerçekçiliğe varmadığı için, Ümit Aktaş şiiri bir yerden sonra kendi temalarına, imgelerine geri döner. Çocukluk ve masumiyet bunlar arasında önceliklidir. Şairin kendi çocukluğuyla ilgili şiirlerin yanına genel olarak çocuk temalı şiirler eklenir. Bu şiirlerde ortaya çıkan çocuk karakteri şaire özgüdür: Tarihe ve düzene karşı duyarsız, sadece kendisinin farkında, doğayla özdeş diyebileceğimiz masum ve meleksi-erdemli bir çocuktur bu. Bu çocuk, ki şairin kendi çocukluğundan başlıyor, Ümit Aktaş şiirinin politikasının gerekçesini oluşturuyor. Bu çocuğun masumiyetinin korunması, doğal gelişiminin devam etmesi için gereken ortamın yaratılması istenen siyasetin amacıdır. Bu anlamda, Ümit Aktaş'ta çocuk nostaljik bir figür sayılamaz. İsmet Özel ve Mustafa Kutlu'da olduğu gibi neredeyse siyasi bir çocukluk akar Aktaş'ın şiirlerinde. Hem düzenin bozukluğu çocuk üzerinden gösterilir hem de çocuğun sahip olduğu erdemler yetişkinlere önerilir.
 
Ruhumun temelinde benim
İsyankârlık da, aşk da
Umursuzca tebessüm ederim
Kıyamet olsa da, ucunda
 
Bu satırları iktibas ettiğimiz şiirin adı "Fıtrat". Çocukluk ve anarşizmin buluştuğu nokta budur. Anarşizm, en azından belli anarşizmler, insanın doğadan koptuğunu, fıtratının dışında hareket etmeye başladığını; bu nedenle de medeniyetin, kurulu düzenin, mülkiyetin, iktidarın-devletin tümüyle ortadan kaldırılması gerektiğini öne sürer. Tüm bunlra yapıntıdır çünkü; zorbalıkla alakalı şeylerdir. Dindar şairlerin mükemmeliyeti, tamlığı ahirete izafe etmesine alışığız; fakat Ümit Aktaş'ta mükemmeliyet yetişkinlik ve medeniyet öncesiyle ilişkilidir. Bu artık anarşizm ve komünizmden etkilenmiş bir Müslümanca düşüncedir. İlkel toplum adeta insanlığın çocukluğu gibi görülür; ya da çocuk yetişkine göre anarşizmin temsilcisi ve umududur. Doğan her çocuğa şair elini uzatmak ister; çünkü bu, hem yeni bir dünyanın (kozmosun) doğuşu anlamına gelir hem de bu yeni doğum yeni bir umut demektir, devrim için.
Duygusal görüntüsünün altında sahip olduğu düşünsel disiplin sayesinde, Ümit Aktaş şiiri, teknik bir ustalık iddia etmese de, Türk şiirinde özgün bir yere oturuyor. Bu tarz şiire çok fazla rastlamadığımız bir gerçek. Şairlerin çoğu düşüncenin şiirden kovulmasına alkış tutarken, düşünceyi savunan az sayıda şair ise bunu bir program etrafında yapmıyor. Şairlerin düşünceleri genellikle disiplinli de değildir zaten. Ümit Aktaş, manzum yazan bir düşünce adamı olarak da okunmamalı, onu da söyleyelim. Şiir-düşünce ayrımı Aktaş'ın şiirleri için bir şey ifade etmiyor. Bunlar duygu-düşünce bütünlüğü peşinde şiirler olarak okunursa böylesi daha doğru olacaktır. 
 
Fayrap, sayı 30, Ağustos 2010, s. 24-26
 
1             Ümit Aktaş, Cennetten Düşüş, Beyan y., Haziran 1998 (110 sayfa, 7 bölüm, 81 şiir).
2             Ümit Aktaş, Şehri Terketmeden Önce, Okur Kitaplığı, Mart 2010 (150 sayfa, 5 bölüm, 83 şiir).
4             Dionysos, Batı mitolojisinde Şarap Tanrısıdır; neşe, eğlence ve baştan çıkarıcı zevkleri temsil eder. Apollon ise Akıl Tanrısıdır ve zekayı, yaratıcılığı, soğukkanlı dehayı temsil eder.